Yine kültlerden bir kitap! Rus Edebiyatı’nın Oblomov’u. Şahsına münhasır bir kişilik, dönemin taşra geleneğini yansıtan bir ayna? Birçok tanım yapılmış kendisiyle ilgili, bana bizim edebiyatımızdaki “Aylak Adam”ı anımsattı. Baba parası yiyen, gelen kiralardan yaşayan başıboş bir adam? Konsept olarak benziyorlar ama Oblomov daha farklı. Öyle bir bıkmış ki yaşamaktan ve yaşadığı olaylardan, yatağına gömülüp dışarıyla çok da ilişki kurmadan yaşlanıp ölmek istiyor gibi! Üşengeçliği içinize fenalık veriyor…
Hayatına giren Olga ile nasıl değiştiğini de görüyoruz Oblomov’un, biraz da sevgilisinin zoruyla harekete geçmeye, ona ayak uydurmaya başlıyor. Ne zaman ki işler ciddiye binmeye, hayatları birleştirmeye geliyor Oblomov yine üşeniyor. Yeterli para kazanmasına karşın denetlemediğinden gelen geçen soyup soğana çeviriyor, düğün masraflarıyla başa çıkamayacağını düşünen Oblomov her adımını erteleye erteleye sevgilisinin güvenini sarsıyor ve ilişkileri noktalanıyor.
Uyandıramıyor onu Oblomov rüyasından Olga, deniyor ama olmuyor! Nafile…
Aslında Oblomov oldukça değerli bir entelektüel. Ara ara yaptığı çıkarımları görme fırsatınız oluyor kitap boyunca, aptal filan değil Oblomov tam tersine oldukça kapsamlı yüksek duygusal zeka gerektiren gözlemleri var ama bu “bıkkınlık ve üşengeçlik” birçok sorgulama yapmasını engelliyor yaşarken. Sanki öylesine yaşıyor da, öldükten sonra başka hayatı olacak nasıl olsa gibi… Öyle umarsız.
Bir konuda da çok takıntılı. “Beyefendi” olma, hayatı boyunca çorabını ya da çizmesini kendisinin çıkarmamış olması Oblomov için bir asillik bir aristokratlık göstergesi ve bununla gurur duyuyor. Ne zaman ki bir o kadar üşengeç hizmetçisiyle tartışsalar bunları öne sürüyor. Ben “herhangi biri” değilim, ben el etek öpmem, yüz sürmem. Ben köy ağası Oblomov’um. Ama bir yandan da bu ağırlığını sürekli göstermiyor. Argo tabiriyle hiçbir şeyi sallamadan yaşamını idame ettiriyor.
İşin en ilginç yönü ise, hayatının aşkı ile yollarını ayırdıktan sonra Olga’nın en yakın arkadaşıyla yakınlaşmasına hatta evlenmesine sesi çıkmıyor. Tam tersine seviniyor. Kendisi de bir şekilde konumlandığı ve kiraladığı odanın ev sahibesiyle evlenip çocuk yapıyor. Bu bitiş kısımları beni epeyce şaşırttı. Sayfalarca aşk mektupları yazan Oblomov ne hale gelmiş!
Etkilendiklerim
Tut ki beş bin kazanıyor yılda! hiç de fena para değil! Ama durmadan yazacak, düşünecek, ufak şeylere verecek ruhunu, görüşlerini başkalarına anlatacak, aklını , hayallerini satışa çıkaracak, kişiliğini zorlayacak, heyecanlanacak coşacak, sabırsızlanacak, durup dinlenmek bilmeyecek, sürekli hareket edecek… s:69
Başkaları dediğin insanların hayatını düşün! Başkaları durmadan çalışırlar, sağa sola koştururlar, günleri telaş içinde geçer. Çalışmazlarsa, açtırlar. Herkesin önünde eğilirler başkaları, rica ederler, ezilip büzülürler… Ya ben? Hadi söyle bakalım şimdi: Bir başkası mıyım ben? s:138
Tanrı’ya şükürler olsun, doğduğum günden beri bir kez olsun, kendim giymedim ayağıma çorabımı. Neden sıkıntıya sokacakmışım kendimi? s:138
Annesi ise bir vali olarak bile canlandırıyordu onu hayalinde. Ama bu hayallerine ucuz yoldan, birtakım kurnazlıklarla kavuşmak istemekteydiler. Aydınlanmanın yoluna serpilmiş soyluluk taşlarını ve engellerini, onların üzerinden atlamak zahmetine katlanmadan, yani, söz gelimi, ruha ve bedene eziyet etmeden, yalnızca düzenin gerektirdiğini yapmak: İlya İlyiç’in gerekli öğrenimi gördüğünü bildiren o diplomayı çocukluğundaki tombulluğunu kaybetmeden az biraz okuyarak, herhangi bir yola ele geçirmesini sağlamaktı amaçları. s:191
“Efendinle sen Almanlardan bile daha çıfıt, baldırı çıplaksınız!” s:201
Alman milleti onun gözünde kökten küçük esnaftı. Almanların, bin yılın onlara kazandırdıkları burjuva alışkanlıklarıyla her yerde gösterdikleri, bir türlü gizleyemedikleri (inekler de öyle, boynuzlarını gizleyemezler) kabalığı, kendi başına buyrukluğu, kibri hiç sevmezdi. s:208
Sözünü ettiğin o sosyetede, toplumda bütün insanlar birer ölü… Benden kötü uyuyan insanlar!… Bu hayata götüren ne onları? Evet, benim gibi yatmıyorlar, ama onlar da her gün sinek gibi dolanıp duruyorlar. Ne anlamı var bunun? s:228
Bir araya toplanırlar, birbirlerini yemeğe davet ederler, ama aralarında ne bir sevgi ne bir içtenlik ne de karşılıklı dostluk vardır! Yemeklere, akşam toplantılarına ( yalnızca ev sahibin aşçısını, konuk salonunu övmek, sonra da arkadan alaylı alaylı gülmek, birbirinin ayağına çelme takmak için) göreve gider gibi neşesiz, içtenlikten uzak giderler: s229
Peki, gelecekte sana yetecek kadar parayı kazandıktan sonra bir köşeye çekilip huzur içinde yaşamayacaksan ne diye hayatının sonuna kadar didineceksin? “Buna da köy Oblomovluğu derler!”
Ya develet hizmetinde yüksek bir dereceye yükseldikten sonra, hak ettiğin onurlu bir emekliliği, dinlenmeyi hak ettiğinde de mi bir köşeye çekilmeyeceksin? “Bu da Petersburg Oblomovluğu olur!” s:240
Aşk inanılmaz çabuk ilerler, bir ruh kangrenidir çünkü…. Saatleri dakikaları saydığım yok; güneşin ne zaman doğduğunu, ne zaman battığını bilmiyorum. Hesabını tuttuğum yalnızca: Sizi gördüm, görmedim, göreceğim, görmeyeceğim, geldi, gelmedi, gelecek gibi şeyler. s:322
Ey Aşk, seni satın almamız gerekiyor, tertemiz, yasal mutluluk! s:410
Görüyorsunuz işte, yüksek matematik bilgime karşın, gelirimin ne kadar olduğunu bile hesaplayamıyorum. s:451
Ne yaptın ki bana? – Sevdim seni, seni küçümsemekti bu. s:459
Seni hayata döndürebileceğini, benim için yaşayabileceğini umuyordum, oysa çoktan ölmüştün sen! Bu hatamı görmedim, hep bekledim, hep hayal ettim.. s:459
..bende neyin eksik olduğunu söyleyebilir misin bana? İstediğim.. şefkat değil ki benim… Şefkati herkes verebilir! s:463