Bu konuda yazmak dahi yürek isterken, bununla ilgili bir proje gerçekleştirildi 2011-2012 yılları arasında 6 ay arayla. Önce Muş’ta Ermeni yaşamının izlerini aradılar, 6 ay sonrasında ise Ermenistan’da Gümrü’de Muş’tan sürgün edilen, hayatta kalan Ermenilerin torunlarıyla konuşuyorlar. Tüm bunlar olurken iki tarafında duygularını, düşüncelerini, tartışmalarını olanca açıklığıyla gözlemleme şansınız oluyor.
Filmdeki tartışmaları açıkçası oldukça gergin buldum. Projeye birebir katılmış olan arkadaşım Özge, aslında çok neşeli vakitler de geçirdiklerini fakat belgesel de hep bu gergin anların yer aldığını söyledi.
Türk tarafını incelemem gerekirse, grup 10 kişi başlamış fakat proje Van depremine denk geldiğinden 3 kişi ayrılmış. Grubun hepsi 1915 olayları konusunda hemfikir, aralarında tek bir tanesi değilmiş. O da deprem nedeniyle bırakmış projeyi. Hemfikirler ama grubun hepsi farklı görüyor olayı yine de katliam-soykırım kavramlarıyla barışıklar. Bir tanesi ne olursa olsun olayı soykırım diye nitelemekten hoşlanmadığını belirtiyor arada. Yani olayları bu şekilde niteleyen de var nitelemeyen de. Grubun hepsi konuyla çok ilgili, birçoğu daha önce Ermenistan’da bulunmuş hatta Türkiye Ermenileri ile ilgili doktora çalışması yapan var. Yine de belgeselde görüyoruz ki, insanlar üstlerine gelindiklerinde savunmaya geçmek durumunda kalıyorlar. Yani demek istediğim “kraldan kralcı” olma durumları yok; radikal bir bakış açısı yok yani bir savunma içgüdüsü hissettim hepsinde.
Ermeni gruba geldiğimde ise, hepsinin aileleri Türkiye kökenli, zamanında sürülmüş olanlardan. Birçoğu da Muşlu. Hatta o bölgeyi kendi memleketleri gibi görüyorlar, onlara yasak olan. Şu anki haline de epey üzüldüler. Kiliselerin ahır gibi kullanılması, ya da kilise taşlarından ev yapılması gibi durumlara aşırı tepki verenler oldu. Bu tartışmaları sırasında aralarından bir tanesi böyle diyorsunuz ama Dağlık Karabağ’da yıkılan camiileri unuttunuz sanırım diye bir karşılık veriyor. Hepsinin tek görüşte olmadığını görüyorum böylece. Film sonrası bu konu hakkında biri söz alıyor ve diyor ki devlet, eski medeniyetin kalıntılarını kültürel zenginlik ve miras görmekten ziyade bir ticari merkez görüyor. Sadece turizm odaklı bakıyor. Topluma yeniden kazandırılan yerlerde bile tek amaç turizm ve ticaret diyor. Sanki haklı gibi?
İki grubun tartışmaları sırasında iki olay meydana geliyor. Birinde Türklerin diğerinde ise Ermenilerin alındığı.
Türk gruptan 3 kişi, Ermenistan’dayken, soykırım anıtını ziyaret ediyor orda fotoğraf çektiriyorlar. Ermeni gruptan gelen tepki ise şu: Tıpkı, Cemal Paşa, Enver Paşa, Talat Paşa gibi… Bu lafa doğal olarak oldukça sinirleniyor Türk grup. Ben burda acınızı paylaşmaya geldim; neden bu benzetme diyor. Bu laf sokma iç güdüsü sanırım hiç kaybolmayacak; ne kadar barış görüşmeleri de olsa, ortak projeler de gerçekleştirilse. Ermenilerin içinde nesilden nesile aktarılan kanayan yara onları sorgulamadan, sadece kendi bildikleri, duydukları ve yaşadıkları çerçevede karşı tarafa laf sokmaya itiyor. Filmin yönetmeninin ise yorumu şu oldu. Neden bu isimlerden alınıyoruz ki? Bu Paşaların hala Türkiye’de adlarına sokaklar, caddeler var. Hatta Talat Paşa Okulu var. Hem de nerde biliyor musunuz? Ermeni nüfusun yoğun yaşadığı Şişli-Kurtuluş’ta diyor. Bu arada Kurtuluş’ta Ermenilerin yaşadığı sokak adları Bozkurt, Ergenekon’muş, oldukça ironik…
Ermenilerin alındığı konuya geldiğimizde. 24 Nisan 2012’de anma törenine gidiyorlar. Fakat bugün organize bir şekilde ilerlemiyor. Binlerce insan anıta gelip çiçek bırakmaya çalışıyor. Üst üste alt alta mahşer kalabalığı var; Türklerden birinin yorumu: Pazar yeri gibi burası; çiçek bile bırakamadım, oluyor. Bunu duyan Ermeniler nasıl böyle bir yere “pazar” yakıştırması yapar diyorlar. Onlar için bu kadar anlamlı bir yer olan anıta daha hassasiyet gösterilmesini istiyorlar. Bu olayı anlatırken Ermeni kızın gözleri doluyor.
Anlayacağınız ufacık yorumlar, detaylıca düşünülmemiş laflar iki tarafı da oldukça kırıyor. Ki bu insanların; en azından Türkiye’yi temsil eden kısımın olayla oldukça barışık olduğunu düşündüğümüzde kafalarda soru işareti oluyor. Bir noktada kabul eden ve özür dileyen kesimle bile bu kadar anlaşmazlık yaşanıyorsa; nasıl çözülecek bu iş?
Dikkatimi çeken diğer bir olay şu oluyor. Bu belgeselde yoktu, Özge’den dinledim. Proje esnasında Türkiye’de 24 şehit veriliyor. Bu haberleri duyan Ermeni grubundan bir kız olayın detayını soruyor. PKK teröründen haberi yok; meseleyi hiç bilmiyor. Neden diyor? Yanıtını şu şekilde alıyor: Çünkü o topraklarda yaşayan Kürtler, o toprakların kendilerinin olduğunu savunuyorlar bununla ilgili bir mücadele var. Bunu duyan Ermeni kız ise oldukça şaşkın; diyor ki: Nasıl yani? O topraklar Ermenilerin…Anlayacağınız o kadar çok atalarına, kökenlerinin bulunduğu bölgeye karşı hassaslar ki, bu tip ifadeler kullanabiliyorlar. Yine de o bölgeye bu kadar yakın yaşayan kişilerin, bölgedeki savaş halinden bihaber olmalarına oldukça şaşırdım.
Belgesel oldukça düşündürdü beni. Fakat olaya sadece Ermeniler açısından bakıldığını düşündüm. Zaten oradan gelen grup konuyla oldukça iç içe. Bunu yönetmen de fark etmiş. Ermeniler bu konuda oldukça bilgili çünkü bu hikayelerle büyümüşler. Türkler ise bunların içinde yaşamadığından; sadece konuya ilgiliyse bir şeyler biliyor. Bence bu nedenden dolayı belki de bir kısmı daha olmalıydı projenin. Türkiye’de bu olaylara karşı verilen en tipik cevap sorgulanmalıydı. “Onlar da bizi katletti, bu olay karşılıklıydı”, bunun cevabı aranmalıydı. Doğu’da ailelerini Ermeni çetelerinin saldırılarından kaybetmiş insanlarla da konuşulmalıydı. Onların acısı da dinlenmeliydi. Belki böylece Ermeniler de olayların tek taraflılığından sıyrılabilirlerdi bir nebze de olsa. İçlerindeki acıyı laf sokarak çıkartmak yerine biraz daha farklı bakarlardı belki de…
Ben de daha önce Kiev’de “Gönüllülük” üzerine bir projede yer almıştım. Projede 6 ülkeden 5’er temsilci vardı. Tabii ki benim ilgimi en çok Ermenistan ve Azerbaycan çekmişti. Düşünsenize Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan beraber projedeyiz. Ve herkesin demek istedikleri var, herkes merak ediyor ve yine belki de herkes içindekileri dökmek, belki de kusmak istiyor. Benim projede bu ülkelerle olan ilişkilerim inanılmaz iyi olmuştu. Ermenistan grubundaki David, ilk günden sonra yapılan, karışık gruplara ayrıldığımız bölümde “Korkularınız neydi buraya gelirken” sorusuna cevap olarak dedi ki: Açıkçası buraya ilk geldiğimde korkuyordum; çok gergin olacağını düşünmüştüm. Hem Azeriler, hem Türklerle aynı ortamı paylaşmak hiç kolay olmayacak sanmıştım. Yanılmışım ; dedi. 8 gün sonunda David’le samimi arkadaş olduk. O da içindeki öfkeyi, acıyı kusmak istiyordu. Bir yandan da bana bakıp bunun hesabını soracağı kişinin ben olmadığını da görüyordu. Çok iyi hissettim bunu. Döndüğünde ise oradaki arkadaşlarına demiş ki, çok iyi bir arkadaş edindim Kiev’de, hem de Türktü. Herkes çok şaşırmış ve inanamamış bu duruma. Nasıl olabilirdi ki?
Ben de diyorum ki, Neden olmasın ki?
Konuyla ilgili filmin yönetmeniyle yapılmış röportaj için: http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=atalardan-miras-bir-yuk&haberid=4879
Sabah gazetesindeki haber: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/05/04/umutlu-bir-yolun-basi