Joshua Tree’den sonra Meksika sınırına yarım saat uzaklıkta olan okyanus şehirlerinden San Diego’ya yola çıktık. Burada artık İspanyolca o kadar ağır basıyor ki, Berlin’de Kreuzberg’e gelmiş gibisiniz Türkçe duymayla kıyaslarsak. San Diego belki de bir Los Angeles gibi beklenti yaratmayan bir şehir, o yüzden güzel bir sürpriz oluyor bu şehrin sundukları.
USS Midway
İlk olarak bu şehrin bir donanma şehri olduğunu söylemek gerekir. En büyük işveren donanma ve tüm şehirde askeri üsleri görmek mümkün. Bir de sahilde demir atmış ve müzeye dönüşmüş askeri uçak gemisi var. Burda müze rehberleri ise emekli askerler. İşleri konusunda da oldukça motiveler. Biz geldiğimizde bir bölümü kapanmıştı, ertesi gün de ücretsiz girebilmemiz için özel bilet verdiler. Komple gezmiş olduk böylece. 4000 kişinin çalıştığı devasa bir yapı bu. Ne yerler ne içerler nasıl yaşarlardan tutun da, kumanda yerleri, haritalar, farklı görevdeki askerlerin günlük yaşamları, üzerinde bulunan uçak çeşitleri. O uçakları kullanmış emekli pilotlar da zaten etrafta geziniyor.
Embracing Peace Statue
Bu anıt, USS Midway’in hemen dibinde yer alan bir parkta bulunuyor. Sevgilisini öpen bir denizci. Belki de herhangi bir kızı? Müzedeyken öğreniyoruz ki gemide denizcilerin flörtlerini getirebilecekleri bir restoran bulunuyor. Sonrasında film gösterimi yapılıyor, tek şart akşam 10’da gemide kadın kalmamış olması.
Bu park civarında da ilginç kişilikler görüyoruz. Köpeğini rengarenk boyamış bir adam turistlerle fotoğraf çektiriyor mesela..
Gaslamp Quarter / Downtown
Şehrin kalbinin attığı yerlerden biri çünkü restoranlar, barlar ve mağazalar burada bulunuyor. Buranın da Meksika restoranları meşhur sınır bu kadar yakın olunca.
Coronado Adası
Eğer San Diego’da yüzmek istiyorsanız, bu yarımadanın kumsallarını tavsiye ederim. Gerçekten de göz alıcıydı. Bu ada belli ki varlıklı tatilcilerin yazlıklarının olduğu bir yer ayrıca çok ünlü bir otel bulunduruyor bünyesinde. Viktoryen mimarisiyle göze çarpan otel, Amerika’nın en büyük ikinci ahşap yapısıymış ( İlki Tillamook Air Museum / Oregon). 1977 yılında ise ulusal tarihi öneme sahip eder listesine alınmış. 1888’de kapılarını açtığında dünyadaki en büyük otel resörtüymüş.
Bu da vikipediden bulduğum tam kapsamlı fotosu:
Otelin önündeki kumsal çok güzeldi. Mayolarımızı almadığımıza pişman olduk.
Balboa Park
San Diego’nun denizden biraz uzaklaşınca ortaya çıkan parkı. Burası da içinde müzeler, botanik bahçeler ve ünlü bir hayvanat bahçesi bulunduran bir alan. Hayvanat bahçesi epey ünlü, girişinin ise $56 olduğunu belirtmek lazım. Balboa içindeki 17 müzede geçerli günlük pass ise $59. Biz burada müze gezmek yerine epey dolandık. Bana epey güney İspanya’yı anımsattı genel mimari
Old Town
Burası şehrin eski merkezi. Gerçekten de filmlerdeki gibi bir “Western” ortamı var. Biz geldiğimizde Meksika’nın bağımsızlık günü kutlamalarına denk geldik oldukça renkli bir ortam vardı. Cosmopolitan Hotel’in iç dekorasyonu benim çok hoşuma gitti, mutlaka girip bakın.
La Jolla
Sonunda okyanusa girmenin tadını burada çıkardık. Yine de denize fazla giren yoktu herkes sörf yapmaya gelmiş. Buranın otoparkı halka açık ve ilginç bir şekilde ücretsiz. Yerler kum, denizin içi de kum. Yüzmesi keyifli. San Diego, Flo’nun en beğendiği büyük şehir oluyor.
Batı Amerika turunun diğer yazıları için:
San Francisco, Yosemite National Park, Death Valley, Las Vegas, Antelope Canyon, Grand Canyon, Joshua Tree & Route 66, Los Angeles, San Luis Obispo
Pingback: Death Valley | egecita
Pingback: Grand Canyon | egecita
Pingback: Route 66 & Joshua Tree Park | egecita
Pingback: Antelope Kanyonu & Page | egecita