Elif Şafak’ın romanlarını İngilizce kaleme aldığını unutmadım elbet, ama Hintli bir yazarın İngilizce yazması biraz daha “biri kolonileşme mi dedi?”. Yine de hiç Hintli bir yazardan kitap okumamıştım sanırım, bu kitap Hindistan’ın mistik ve büyülü gerçekçiliğe uygun atmosferini yaşatarak anlatılmış.
Kurgu olarak şimdiki zamanı anlatırken bir anda flashbacklerle en gerilere giden yazar sonlara doğru iki zamanı birleştiriyor. Raju’nun hikayesini hayretle okuyorsunuz. Hikayeyi onun ağzından dinlemenize rağmen çok da sempati beslemiyorsunuz kendisine. Çünkü gözü hep kendini görüyor ve para-şan-şöhret devreye girdiğinde tabiri caizse “annesini bile tanımıyor”. Ömrü boyunca hayalini ettiği kadını elde ettiğinde ise alışıp kanıksaması kısacık bir zaman alıyor. Sonrasında o sadece zevklerini sürdürdüğü ve ona gelir sağlayan bir kapı olarak kalıyor.
Eşinden koparıp aklını çeldiği kadın ise ayrı bir muamma. Sadece iyi bir kasttan zengin bir adamla evlenmiş olmak içine evlenmiş, eşiyle ortak bir zevk paylaşmayan ve bunun ceremesini çeken bir kadın. Doğu kültürüne bulanmış bir erkek nasıl bu kadar umursamaz olabiliyor, hayret ettim doğrusu! Kendi kastının geleneksel dansını yapma hevesinde takılıyor Raju’nun peşine, zavallı rakkase!