Kör Baykuş

Kör Baykuş

Karanlıkta kör olmak fark ettirir mi? Evet. Hayatını gece sürdüren baykuş için öyle…

Daha ilk sayfasını okuduğumda beş yıldızlık bir kitap yolda dedim. Hikaye beklediğimden daha farklı ilerledi. Şizofren bir bünye mi? Sanrılar mı? Biraz karman çorman ama oldukça lezzetli…

Sadık Hidayet de hayatını kendi elleriyle sonlandırmış bir yazar, bu sene ne kadar çok intihar etmiş yazar ve şair okudum! Hatta aynen Sylvia Plath gibi evinde gazı açarak noktayı koymuş.

Ekşi’de birisi Latin Amerika Edebiyatı’nın tam simetriğinde duran bir kitap demiş. Bu tabir benim de hoşuma gitti çünkü özellikle o bölgede ağırlığı olan Büyülü Gerçekçilik’in o masalsı havası bizim bölgemize de oldukça yansımış. Bu kitap da bu masalsı havadan payını almış durumda. “Buf-i kur”da bilinç ve zaman kaymaları ara ara hikaye örgüsünün neresinde olduğunuzu kaybetmenize yol açıyor ama aynı zamanda örgü bunun üzerine kurulu. Okudukça kabulleniyorsunuz.

kör baykuş

Etkilendiklerim (kitabın tamamı epey etkileyici)

“Yaralar vardır hayatta,ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar” s:15

“Lakin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan” s:15

“…o dudaklar ki uzun ve tutkulu bir öpüşle yeni öpülmüş, ama susuzlukları giderilmemiştir.” s:19

“Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.” s:41

“Bu aralık dudaklar, uzun sıcak bir öpüşten sanki yeni ayrılmışlardı.” s:57

“Gerçi evvelce, sağlığım yerindeyken, birkaç kere ister istemez yolum düştü camiye, ve kalbimi camideki diğer insanların kalpleriyle birleştirmeye çalıştım, fakat gözlerim duvarlardaki çinilerde, nakışlardaydı, onlara bakarak tatlı hayallere daldım ve elimde olmadan, böylece bir kaçış yolu buldum kendime. Dua sırasında gözlerimi yumdum, ellerimi yüzüme kapadım, bir gece yarattım kendime, bu gecenin karanlığında, bir rüyada gibi sorumsuz, kendi duamı okudum. fakat sözcükleri huşu içinde söylenmedi bu duanın. Çünkü ben Tanrı’yla, Yüce Varlık’la değil, sevdiğim tanıdığım birisiyle konuşmaktan hoşlanıyordum! Çünkü benim çok yükseğimdeydi Tanrı.” s:62-63

“Sıcak, nemli yatağımda yatarken bütün bu sorunlar önemini kaybediyordu. Tanrı gerçekten var mı, yoksa kutsal imtiyazlarının korunmasını gözeten bu yeryüzü güçlüleri tarafından, vatandaşlarını daha da rahat sömürebilmek için, kendi tasarılarına göre mi yaratılmıştır; yeryüzünün gökyüzüne bir yansıması mıdır; bu gibi şeyleri artık umursamıyor, ben yalnız sabaha çıkıp çıkmayacağımı bilmek istiyordum. Ölümün karşısında mezhebin, imanın, itikadın ne kadar gevşek ve çocukça olduğunu hissediyordum. Sağlığı yerinde ve mutlu olanlar için, eğlencelik şeylerdi bunlar. Ölümün ve çektiklerimin korkunç gerçeği karşısında, kıyamet günü üzerine, ruhun ahretteki mükâfatları üzerine bana telkin ettikleri şeyler, tatsız bir aldatmaca oluyordu. Bana öğrettikleri dualar, ölüm korkusu karşısında etkisizdiler.” s:63

Written by EGe

1 Comment

  1. Pingback: Altın Köşk Tapınağı (Kinkakuji) | egecita

Comments are closed.