(Kafamda çalan tını: How come every time you come around, My London London Bridge wanna go down like London London London)
Yıllardır ertelediğim, vize formundaki aşağılayıcı soruları yüzünden başvuru yapmaktan vazgeçtiğim en sonunda AB vatandaşı olunca gittiğim metropol! Bu geziye epey kalabalık katıldık. Bebekli aileler, 1 yaş civarı çocukla büyük şehir gezmek nasıl oluyor diye merak ediyorsanız, bu yazım tam size göre. Toplamda beş yetişkin bir bebek olmak üzere 7 gece Londra’da kaldık. Bu kadar kalabalık olunca Airbnb mantıklı geldi, Notting Hill Portobello Caddesi üzerinde yani epey de bir turistik yerde bir daire bulduk.
Londrada binalar ve koridorlar çok dar olabiliyor. İlk golü burdan yedik, benim bebek arabası dağ bayır çayır gezdiğimizden büyük, indir kaldır kur biraz yorucu. İlk günden sonra dışarı kanguru ile çıkmaya karar verdik çünkü maalesef şehir bebek dostu değil. Metroların hepsinde asansör yok, asansörü olan metrolarda tekerlekli sandalye logosu var görebiliyorsunuz. Metrolar ise bir derya in in in çık çık çık bir sürü merdiven, insanlar buggy ile bile helak oluyor. O yüzden epey bir anne otobüs kullanıyor şehirde…
Havaalanından Şehre Gidiş
İlk gün Heathrow’dan Notting Hill’e gideceğiz, öğrendik ki Oyster karta bile gerek yok, temassız ödemesi olan herhangi bir kartı ödeme yöntemi olarak kullanabiliyorsunuz. Metrolarda hem giriş hem çıkışta basmak gerekiyor, otobüslerde ise sadece bir tek basıyorsunuz. Giriş ve çıkışlarda aynı kartı kullanmanız önemli yoksa çifte en yüksek tarif yazıyor. Avrupa havayolları buna THY da dahil olmak üzere Terminal 2’de yer alıyor.
İlk ipucu, bana kalırsa Heathrow Express‘e gerek yok, bu havaalanından Paddington’a giden bir hızlı tren, sözde 15 dk da gidiyor ama fiyatı tek yön £25. Birebir aynı hattı giden Elizabeth Line var fiyatı £12.80, 29dk sürüyor. Güzelliği ise bu fiyatı ödedikten sonra o gün başka toplu taşıma kullandığınızda 1-6 Zone içinde kalırsanız, vereceğiniz maksimum meblağ £14.90. Londra merkez zaten 1-2 Zone içinde kalıyor. Dönüşte de öğrendim ki çok daha ucuza bile gidebilirmişiz. Maalesef Google Maps genelde hep Heahtrow Express olan opsiyonları gösteriyor, o yüzden alternatifleri ilk geldiğimizde görememiştim. Bu yüzden Londra’nın resmi ulaşım uygulamasını indirdim TFL (Android, Apple). Burada havaalanını girip seçeneklerden “national train” kullan tikini kaldırırsanız, size alternatif yolları gösteriyor, hem de fiyatlarıyla birlikte. Böylece dönüş yolunda sadece £3.85 ödedik hatta £2.10 opsiyonu bile var şimdi baktığım kadarıyla. Bu alternatifte de yine metro hatları kullanılıyor. Piccadily Line tüm terminallerden geçiyor.
Macera başlasın
Bu gezi bizim üçümüzün de (ben, Flo, İda) doğum günü haftasını kutlamak içindi. Kutlama yaptığımız yerlerden de bahsedeceğim.
İlk gün tüm gün yağmur çiseledi. Meğer Londra’nın olayı ahmak ıslatanmış. Biz de bebek arabasıyla çıkmış bulunduk. Londra’da müzeler ücretsiz. Ve o gün herkesin British Museum‘a gidesi varmış. Sözde internetten yer ayırttık ama o kadar kabalıktı ki hiçbir işe yaramadı. Normalde bebek arabasıyla ya da bebekli olanlara öncelik var, ama kuyruk o kadar uzundu ki, ve biz bu bilgiyi bilmediğimizden epey bekledik. Ayırttığım bileti gösterdiğimde de yine de beklemek zorundasınız dedi kapıdaki görevli. Bazı müzelerde eğer bilet ayırttıysanız bekleme kuyruğu ayrı oluyor ve çok daha hızlı gidiyor. Müzeye gitmeden Fish & Chips yiyelim dedim ve Facebook Mide Lobisi Grubunda gördüğüm Poppies’e oturduk. Biz Soho şubesindeydik. Açıkçası pek bir özelliği yokmuş, sanırım her yerde benzer şeyler veriliyor. Farklı balık türleri var, ben en çok tercih edileni ısmarladım. O da Mezgit (Haddock)muş. Fiyatı tek porsiyon £17,5, büyük porsiyon £21.45. Tüm menüye buradan bakabilirsiniz.
British Museum
British Museum
Bununla ilgili detaylı ayrı bir yazıyı şuraya paylaşacağım. Dediğim gibi girmesi ve dolaşması en çok zorlandığımız müze bu oldu. Zaten kocaman, ne kadarını gezebildik bilmiyorum. Bir süre sonra, bebek arabası ile müzenin dar koridoları ve yüzlerce insandan ilallah ettik ve çıktık.
Girişte Süryani/Asur medeniyetine ait parçalar vardı. İlk dikkatimi çeken Berlin’deki Pergamon Museum yani Bergama Müzesi’ndeki kapıların çok benzerlerinin olmasıydı.
Müzenin en merak ettiğim kısmı Mısır Koleksiyonu’ydu. Binlerce yıl öncesinden kalma cesetleri görünce insan bir tuhaf hissediyor.
Kaldığımız yer Notting Hill’e dönüşte bizi bir sürpriz bekliyordu. Meğer Portobello Caddesi’nde George Orwell ömrünün bir kısmını geçirmiş. 1927 yılında buraya taşınmış.
Birimiz 7 diğerimiz 9 Ağustos doğumlu olunca orta yol 8 Ağustos günü bir caz klübüne gidelim demiştik. Pizza Express diye bir mekanda (gerçekten de pizzacı) “Frankly Sinatra” diye bir konser bulduk hoşumuza gitti. Sam Furlonger & The Fraser Smith Quintet diye geçen gruptan epey keyif aldık. Pizzaları için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz.
Ertesi gün Abbey Road’a doğru yol alıyoruz, bize biraz uzakta kalıyor ve uzun bir cadde. Tam adresine bakmayınca biraz yürümek zorunda kaldık, meğer 3 numaraymış aklınızda olsun. İnanılmaz bir kalabalık fotoğraf çektirme yarışında ve sorun şu ki bu yaya geçidi trafiğe açık ve sürekli araba geliyor.
Buradan merkeze doğru ilerledik. Meğer ünlü Big Ben, meclis binasının bir parçasıymış. Metrodan çıkınca tüm heybetiyle yükseliyor
Westminister Abbey’e önceden bilet alamadığımız için hemen giremedik ertesi güne erteledik. Öyle bir doluluk. Westminster Palace yani parlamento sarayı da gezilebiliyor.
The National Gallery
Bu müze ile ilgili ayrıntılı yazım burada. Yine de burda dikkatimi çeken ana resimleri paylaşmak istedim. Olmazsa olmazlardan bir Caravaggio, bu seriyi ful gördüm artık sanırım.
Bu aşağıdaki at resmi uzaktan, içi doldurulmuş bir hayvan izlenimi veriyordu. Öyle gerçekçiydi.
Ivy Chelsea Garden
Doğum günümü bu mekanda kutladık. Maalesef maksimum 8 kişilik rezervasyon kabul ettiklerinden İda’nınkini burada yapamadık.
Dönerken Kensington Bahçeleri içinden yürüyerek Kensington Sarayı’nı gördük ama gezmedik.
Üçüncü ful günümüze, Westminster Katedrali ile başladık. Bu katedral Bizans stili zaten görür görmez bir yakınlık hissediyorsunuz. Bizans olmasına rağmen Katolik kilisesinin İngiltere de Galler’deki ana merkeziymiş herhangi bir ortodoksluk söz konusu değil.
Westminster Abbey
İnternetten bilet alarak girmeyi garantilediğimiz ünlü Westminster Abbey. Bu sene taç takma töreni de olduğu için epey bunun reklamı dönüyordu. İçeride Charles Dickens ya da Darwin gibi isimlerin mezarları bulunuyor. Ve elbette ki Elisabeth 1 ve Bloody Mary’nin. Yani babaları ortak VIII.Henry olan ama anneleri Anne Boleyn ve Aragonlu Catherine olan….
Buradan St. James parkına geçiyoruz. Pelikanlar göz dolduruyor. Ve kendimizi Piccadilly Circus’da buluyoruz. Bir nevi Londra’nın Times Square’i gibi. Dev ekranlar, keşmekeş!
Hard Rock Cafe London (Original)
Londra’da iki adet Hard Rock Cafe var. Birisi Piccadily Circus da diğeri ise buna 15 dk yürüme mesafesinde Hyde Park köşesinde kalan asıl yeri, yani the original. Kayınlarım rocker olduklarından soluğu ikisinde de alıyoruz.
Buradan Buckingham Sarayı’na geçiyoruz. Yazları 10 hafta boyunca belli odaları turistlere açıkmış ama online biletler tüm Ağustos için bitmiş duruyordu. Girmeyi denemedik.
Tower of London
Burası en kapsamlı komplekslerden biri. Epey bir zaman alıyor hele ki bebekle :) Surlarla çevrili bir alan, ortasında ayrı kalesi, müzeleri, zindanları… Ben Tudors dizisini bitirdiğim ve birçok Anne Boleyn kitabı okuduğum için ben en çok onun izini sürdüm burada… 1078 yılında I. William tarafından yaptırılmış. Kullanım amaçları: kale, kraliyet sarayı, saray suçlularının tutulacağı bir tutuk evi, idam ve işkence merkezi, cephanelik, devlet hazinesi, hayvanat bahçesi, darphane ve gözlemevi. Anlayacağınız yok yok.
Tower of London
Aşağıdaki mavi plaka burada kellesi gidenleri listeliyor.
Tower Bridge
Tower Bridge ve Tower of London yan yana, zaten sarayın pencerelerinden manzara gözüküyor. Buranın en büyük olayı cam zemin üzerinde yürüme. Bu cam zemin £1Mio yatırımla yapılmış. Yürürken insanın içi bir hoş oluyor.
Bu hep yanındangeçtiğimiz bir pubdı. Londrada çok fazla çiçek kullanımı var her yerde bu şekil.
Victoria & Albert Museum
Burası da mimarisi muhteşem olan bir müzeydi. Detaylı yazım şurada olacak. Dışarıda avlusunda yazın çocuklar yüzüyorlar
13 Ağustos
Kızımın doğum günüydü bugün, King’s Cross da bir mekan tutmuştum.
Harry Potter’ın plarformu görürüz dedim ama 1.5 saatlik bir bekleme sırası vardı. Mağazasına girmeye de sıra vardı vazgeçtik. Anca kenardan foto çektim :)
Drake & Morgan diye bir mekan tutmuştuk. Burası kalabalık da rezervasyon yapabileceğiniz bir yer. 10 yetişkin 2 bebek, rahat sığdık. Lakin ilk olarak rezervasyonu Drinks diye yapmışım mekan pasta ayarlayamıyordu öyle olunca bir de onunla uğraştım pasta yaptırdım. Hummingbird Bakery diye bir mekan, kaldığımız yere 30 metre şubesi olunca rahat oldu. Rezervasyon drinks diye miydi anlamadım, hiç garson gelmedi. Tüm siparişleri tek tek giderek söylemek zorunda kaldık. Pasta da epey şekerliydi, böyle gökkuşağı pastaları merak ediyordum görmüş oldum.
221B Baker Street aka Sherlock Holmes Museum
Burada da Çinli kızlar onlarca fotoğraf çektiriyordu. Aynı kız en az 3 kez foto çektirdi. Doğum günü çıkışı bir göreyim bu Baker Street’i dedim, müze kapanmıştı. Metro çıkışında da heykel vardı.
Tate Britain
Son güne bir müze daha sığdırdık maalesef Tate Modern başka sefere kaldı. Sanırım herkes en çok bu müzeyi beğendi bununla ilgili detaylı yazım burada. Tüm Britanya tarihine ışık tutan özellikle de kölelik durumlarına epey değinen bir koleksiyon var. Plantasyonlardan zengin olmuş ailelerin aile tabloları var bir sürü, epey enteresan. Ya da Karayipler’de eğleniyormuş gibi yapan kölelerin tabloları.
Elbette ki gidip bir Harrod’s ı da göreyim dedim, gurme kısmını ve kitapçısını beğendim.
Bir de Covent Market’i gezdik Royal Opera House’un terasına çıktık. Manzaraya karşı bir şeyler içebiliyorsunuz.
Borough Market, Tate Modern gibi birçok şeye vakit yetmedi. Ama bu bizim kalabalık ve bebekli oluşumuzdan kaynaklıydı. Güne 9’da başlayabiliyorsanız çok rahat her şeyi gezersiniz. London Pass’ler de günde üç aktiviteden fazla yapabilecekseniz mantıklı oluyor.