Art arda okuduğum bu iki roman beni epey düşündürdü… Aynı zamanda yaşayan farklı din, dil ve ırka mensup iki insan. Ortak yanları aynı ülkede yaşamaları ama maalesef ortak çıkarları yok.
Leonis’e karsı Râna…
Evet, hikayeler aynı zamanda aynı diyarda geçiyor. Birinci Dünya Savaşı, mekan ise çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu. Birbirine karşı ama. Nasıl yani?
Leonis, Rum asıllı bir çocuk, Taksim civarında yaşıyor, Zamaria İlkokulu’na sonra da Fransız-Yunan Lisesi’ne gidiyor. Kendi gözüyle etrafını, arkadaşlarını çocukluk aşkı Elena Foka’yı… Sonraları ise an be an değişen şehri, itilaf devletlerinin gelmesiyle şenliğe dönen Pera ve Galata civarını. “Diğeri” gözüyle anlatıyor bunu yazar. Açıkçası okurken şaşırdım biraz çünkü hiçbir şekilde yaşadıkları ülkeye entegre olamamış bir azınlıktan bahsediyordu. Belki de gerçekten de dahil olması zor bir ülkeydi yaşadıkları. Şehrin surları ardında yaşayan Müslümanlar, öğrenmek zorunda oldukları Türkçe, ama Pera & Galata ve Adalar’da geçen bir hayat. Kendi insanları, kendi dili, kendi gelenek ve görenekleriyle.
Öte yandan belki de yaşıtı, onla aynı anda fakat İstanbul’un diğer yakasında şimdi Üsküdar’a bağlı Sultantepe’de yaşamını sürdüren Râna, fakat yaşıtının aksine okula gidemeyen bir biri. Elbette ki kız oluşundan ve yaşadığı zamanın kadınlara verilecek eğitime önem vermeyişinden. Hayatını konakta, olan biteni hatta Tanrı’yı sorgulayarak geçiren, kadın-erkek eşitsizliğini küçük yaşında fark ederek buna isyan eden biri. Çareyi sonunda erkenden evlenip hayat değiştirmekte buluyor, fakat peşini bırakmayan peş peşe gelen acılar onda şizofren etkisi yaratıyor. Aynen büyükannesi gibi kendi kendine konuşmaya, görünmeyen varlıklarla sohbet etmeye başlıyor.
3 Comments
Comments are closed.
Pingback: Adatepe’nin Refika’sı | egecita
Pingback: Vira vira Zorba | egecita
Pingback: Sırça Fanus | egecita