Louis de Bernieres’in kaleme aldığı bu kitabı yıllar önce almıştım, nerde görüp aldım hatırlamıyorum. Tek hatırladığım iş için birlikte çalıştığım Malta Mercedes distribütörü kızının adının Philothei olduğunu, bu kitaptan esinlendiğini söylemişti. Bu da epey merakımı kamçılamıştı ama başlamamıştım kitaba… Ta ki Sankt Georg Almanya Kitap Klübü’nde seçilinceye kadar :)
Yazarın mekan olarak esinlendiğini köy Fethiye yakınlarındaki Kayaköy, ama romanda hayali bir mekan olan “Eskibahçe” olarak geçiyor. Terk edilmiş evlerin tepeden görünümü:
Ekşide birisi tercümanı eleştirmiş… Tercüman Bahar Öcal Düzgören, “Gavur“u “imansız“diye çevirdiği için ya da bazı küfürleri yumuşattığı için, benim çok dikkatimi çekmedi hatta ben çeviriyi epey başarılı buldum, sanki Türkçe yazılmış bir roman gibi okudum. Kitap zaten epey Türkiye lehine yazılmış gibi, birçok tartışmalı konuyu biraz daha Türk perspektifinden bize daha yakın durarak vermiş. Bunlar Ermeni techiri/soykırımı, nüfus mübadeleleri gibi tartışmalı konular. (Vikipediye göre Yunanistan ve Türkiye arasındaki Mübadele ile 1.2 milyon Ortodoks Hristiyan Rum, Anadolu’dan Yunanistan’a; 500 bin Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.)
Kitap bana edebi anlamda çok bir katkıda bulundu diyemem ama bilmediğim dünyalardan kapılar açtı…
Mesela Anadolu’daki Rumların Yunanca bilmediğini bilmiyordum. Daha önce okuduğum bu dönem romanları İstanbul’da geçiyordu ve Rumlar gayet Yunanca biliyordu hatta o dilde öğrenim görüyordu, Müslümanlardan da epey kopuktular. Örnek vermek gerekirse Yorgos Theotokas‘tan Leonis.
Kanatsız Kuşlarr’ın kapağında bir Atatürk görüyorsunuz, kitapta hikaye örgüsü Atatürk’ün yaşamıyla da paralel akıyor ama biraz “Quel-alaka” kalıyor bana kalırsa. Yine de Atatürk hakkında da bilmediğim dedikoduvari şeyler öğrenmiş oldum. Atatürk’ü epey isyankar, arlanmaz uslanmaz olarak anlatmış, doğrudur, bu bakış açısı ilginç geldi.
Kitapta en ilgimi çeken nokta ağa ile evli olan Tamara’nın kuzeniyle zina yaptığı gerekçesiyle köy ahalisince taşlanması ondan sonra ölmemesi üzerine de İmam tarafından bir süre bakılması ve herkesin normal ve olması gereken kabul ettiği “geneleve” yollanmasıdır. Bir köyde genelev olması ayrı mevzu, imamın karısının bir kadını artık senin yerin burasıdır diye geneleve götürmesi ayrı mevzu. Tüm bu taşlayanların da daha sonra ağanın karısının tadına bakmak üzere geneleve uğraması ise apayrı bir mevzu.
Tüm bu techirler, mübadeleler bana İspanya’da da gerçekleşen bir sürgüne gönderme yapan Katalanca bir şiir/şarkıyı hatırlattı. Corrandes d’Exili. Şarkı olarak Silvia Perez Cruz yorumluyor, ben de naçizane çevirmiştim burada bulabilirsiniz, memleketlerini terk etmek zorunda kalmış olan herkese gelsin:
Dikkatimi Çekenler
“Sizin ifa ettiğiniz görevin hiç zevki yok. Onun yerine bir orospuya gidip gözlerimi kapayarak çiftleşsem de olur. Evliliğin, aylak aylak sırtından geçindiğiniz kocayı ihmal etmek demek olmadığını bilmeniz gerekirdi” s:116
Terbiyeli ikiyüzlülüğü her zaman tercih ederim ki bu, hepimizin İngilizlerden rahatça öğrenebileceği bir şeydir de diyebilirim. s:287
Yunan harfleriyle Türkçe okuyup yazabildiğinizi bana söylediklerinde çok şaşırmış olduğumu söylemek zorundayım. Türklerin zeka yönünden son derece tembel olduklarına inanmaya alışmış olduğumdan, aranızdan hiç değilse birinin, hem beyin, hem de insiyatif sahibi olduğunu keşfetmek, ırkınızın geriliğini, doğal yetenek yoksulluğundan ziyade öğretim eksikliği ile açıklamak daha mı doğru olur diye fikir yürütmeme yol açtığından benim açından yararlı oldu. s:385
Frenklerle yaptıkları bu ticaret, çoğumuzun Rumlardan nefret etmesine yol açtı, çünkü çoğunun Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar olduğundan emindik. Rumlar herkesle ticaret yaparlar, analarının katiliyle bile. s: 395