Bulantı

Bulantı

  • April 11, 2015
  • |
  • Genel
  • |

Nesnelerden tiksinmek, yaşadığı andan tiksinmek ve bulantı duymak? Daha önce hiç tecrübe etmediğimden belki de o noktada bir bunalım yaşayıp bu tip sorgulamalar yapmadığımdan bana fersah fersah uzak geldi. Oysaki birçok okuyucu kendilerinin de hissettikleri bu duygulara tercüman olduğu için müteşekkir Sartre’a!

Romanın kahramanı “Var olmaya” öyle bir takık ki zihnimde farklı parçaları yapboz haline getirdiğimde acaba “vahdet-i vücut” kavramı ve öğretisi içine girse ne yönde değişir fikirleri diye düşündüm. Daha doğrusu bir çare bulmaya çalıştım kafamda; nasıl önlenebilir bu hissiyat, mesela kişi, tasavvufun içine girse belki yardımcı olabilir gibi geldi. Hatta romanın hem edebi hem felsefi incelemesini yapmış olan birileri daha benim gibi düşünmüş, Sartre’in doğu felsefeleri ve dinleriyle ilgilenip ilgilenmediğini merak etmiş.

Romanı kabaca özetlersek yıllarca dünyanın dört bir yanında bulunmuş daha otuz yaşında olan bir kişinin Fransa’nın bir kentine gelip 18.yy’da yaşamış birinin hayatını kaleme alma sürecinde yaşadıkları diyebiliriz. Son çizgiyi ise uzun süre beraberlik yaşadığı ve ayrıldıktan dört sene sonra onu tekrar görmek isteyen eski sevgilisiyle görüşmesi olarak çekebiliriz.

nausea_by_jean-paul_sartre_0811222527

Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koruz. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan. s:28

Cimrice acı çekiyor. Zevklerinde de böyle olmalı. Bu yeknesak sıkıntıdan, şarkıyı keser kesmez başlayan bu homurdanmalardan sıyrılmayı, doğru dürüst bir acı çektikten sonra, umutsuzluk içine gömülmeyi hiç istemez mi bu kadın? Sanmam, elinden gelmez bu. Kördüğüm olmuş artık. s:29

Bir yığın notanın önceden ölerek onun ortaya çıkışını hazırlaması hoşuma gidiyor. s:43

Çoğunlukla kentleri doğuran o acayip kenar mahallelerde; garların, tramvay depolarının, salhanelerin, gazhanelerin yakınında bulunur bu sokaklar. Yağmur yağıp dindikten iki gün sonra, güneşin ışınları altında, sırılsıklam kent buram buram tüterken, bu sokaklar hala çamurlu, vıcık vıcık ve sopsoğuktur. s:49

Evet, Lucie bu. Ama başkalaşmış, kendini kaybetmiş. Delice bir cömertlikle acı çekiyor. Gıpta ediyorum ona. Şurada dimdik duruyor, damga vurulmasını bekler gibi kollarını uzatmış, ağzını açmış, zorla soluyor. Yolun iki yanından duvarların büyüdüğünü, birbirine yaklaştığını, Lucie’nin bir kuyunun dibindeymiş gibi onların arasında kaldığını sanıyorum. Birkaç saniye bekliyorum, kaskatı kesilip yere düşecek diye korkuyorum. Bu olağanüstü acıya dayanamayacak kadar çelimsiz. Ama kıpırdamıyor bile. Çevresindeki nesneler gibi o da taşlaşmış. Bir ara, onun hakkında yanılıp yanılmadığımı, gördüğümün onun gerçek varlığıyla ilgili olup olmadığını düşünüp kuşkulanıyorum. s:50-51

Tournebride Sokağı’ndane kadar dolaşsa boşuna, kimse ona hanımefendi diye bakmaz. Gözlerindeki köpeksi parıltı; açıkgöz ve pek hesaplı hali ele veriyor onu. Gerçek hanımefendiler öteberinin fiyatını bilmezler, tatlı çılgınlıkları severler onlar; gözleri, tertemiz çiçeklere, kış bahçelerinde yetiştirilmiş çiçeklere benzer. s:77

Bütün bu insanlar, öğle yemeğinden önce o kadar onurlandırdıkları güzelim toplumsal kademeleşmeyi sürdürecek gücü artık yitirmişler sanki. İşadamları ile memurlar omuz omuza yürüyorlar; bitik yüzlü müstahdemlerin kendilerine çarpmalarına ve bu yüzden yer değiştirmek zorunda kalmış olmalarına bile ses çıkarmıyorlar. s:84

“Ben, senin sevgili Anny’n değilim ve olmadım. Senin de benim sevgili Antoine’ım olmadığına inanmanı isterim. Beni nasıl adlandıracağını bilmiyorsan adlandırma daha iyi.” s:99

Anny’nin bende uyandırdığı içlenişi yeniden duymam gerek. s:101

Her biri, belli bir süre için hayatının anlamını, ötekinin hayatında buluyor. Yakında ikisinin tek bir hayatı olacak; ağır ve ılık bir hayat, anlamsız bir hayat. Ama bunun farkına varmayacaklar. s.147

Oysa Anny’nin benim önümde yaşlanmayı hiçbir zaman kabul etmeyeceğini iyice bilmem gerekiyor. Güçsüz ve yalnızım; ona ihtiyacım var. s:156

Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum. s:214

Written by EGe