Esra’nın düğünü şerefiyle ilk kez gittiğim Belçika’da düğün yeri olan Louvain-la-Neuve’de kaldım. Resmi nikah ve düğünün ardından ver elini Brüksel diyerek soluğu merkezde aldım. Brüksel ile ilgili genel duyduklarım: “sıkıcı, bir şey yok” olmasıydı, şahsen ben gayet beğendim, beğenmeyenleri Stuttgart’a davet ediyorum :P
Grand Place
Otelimin ana meydanın dibinde olması çok işime geldi diyebilirim. Brüksel’de her yer bilingüel adlandırılmış durumda LAKİN insanlar bilingüel değiller. Şehir olarak Fransızca konuşan Valon hakimiyeti altında Brüksel ve nadir Flamanca duyuyorsunuz. Meydanın adı Fransızca Grand-Place Flamanca ise Grote-Markt. Fransızlar biraz hülyalı bir isim koymuşlar, Flamanlar ise gerçekçi. Evet meydan gerçekten de büyülü gibi, neo-gotik yapılar, varaklı binalar epey göz dolduruyor, Grand Place uygun. Gerçekçi dememin sebebi ise burası 12. yy’dan beri bir pazar alanı olarak kullanılıyormuş. Ticaretin kalbi bu şehirde ve bu merkezde atıyormuş. O yüzden de Brüksel’de birçok sokağın adı “neyin satıldığına göre” adlandırılıyormuş: Ekmekçiler Sokağı vb gibi.
Şu an meydanda belediye binası bulunuyor ve hafta sonları düğünden düğüne bir hali var. Altta çektiğim iki fotoğraftan sonra iki nikah daha gördüm. Hepsi 15 dakika içinde :) Akşamları ise meydanda insanlar yerlere oturuyor, müzik yapanlar oluyor. Bir akşam Türkçe şarkı duydum gibi geldi, meğersem Arapça imiş. Brüksel’de yoğunluklu olarak Fas göçmenleri ve sonra Tunuslular varmış. Darbuka, gitar eşliğinde söyledikleri “Tamally Maak”a eşlik ettiğimde şaşırdılar, ben Türkiye’denim dediğimde ise makul gördüler bilmemi :)
İşin müze kısmına gelirsek Brüksel’de 93 adet müze varmış efendim. Benim geldiğim hafta da Brussels Gallery Weekend‘di, yolumun üzerinde olan farklı galerilere de bir göz attım. Sonrasında Brüksel Karaliyet Güzel Sanatlar Müzesi olarak geçen 4’ü 1 arada olan yapıya gideyim dedim.
Old Masters Museum, Fin-de-Siècle Museum, Modern Museum, Magritte Museum. Bunun haricinde Kraliyet Müzesi’ne bağlı iki müze daha bulunuyor fakat bunlar ana binada değiller: Meunier Museum ve Wiertz Museum.
Benim iki saatim vardı, bana anca “Old Masters” gezersin dediler, €8 verdim, eğer kombine bilet alırsanız €13 veriyorsunuz. Ben yaylana yaylana 1.5 saatte gezdim, Magritte’i de merak etmedim değil.
MUSÉE OLDMASTERS MUSEUM / Royal Museums of Fine Arts of Belgium
Manneken Pis
Belçikalıların, dünyada Özgürlük Heykeli’nden sonra en bilinen heykel olarak düşündükleri “Manneken Pis” yani İşeyen Adam, bünyenizde bir “Mona Lisa Hayalkırıklığı” yaratıyor. 77 cm × 53 cm lük Mona Lisa’dan sonra 61 cm olan bu heykele bakıp, “bu muydu?” diyorsunuz :). Bu heykel neden bu kadar ünlüye gelirsek, rehberimizin anlattığına göre bu heykelin orijinali 17. yy başlarına kadar uzanıyormuş fakat bugüne kadar 7 kere çalınmış. Danimarkalıların ün konusunda “Küçük Deniz Kızı” heykellerini daha bilinir buldukları da dipnot.
Sokaklarda yürürken farklı çizgi roman kahramanlarıyla kaplı binalar göreceksiniz. Belçika yüzlerce çizgi romanın anavatanı. Japonya’dan sonra en çok çizgi roman üretimi burada yapılıyormuş. Tenten, Asteriks, Lucky Luke bunlardan aklıma gelenleri.
Kiliselerden ise en çok Église Sainte-Catherine / Sint-Katelijnekerk ‘yi beğendim.
Atomium
Biraz merkezin dışında kalan bu yapıya metroyla gittim. Bu kadar sembolik bir yapıyı görmeden olmazdı. Bu yapı 1958’te Dünya Fuarı için inşa edilmiş ve Andre Waterkey tarafından tasarlanmış. 165 milyar kez büyütülmüş bir demir kristalini temsil ediyor. Yapı oldukça büyük diyebilirim, altında oturacak yayılacak bir sürü banklar bulunuyor.
Belçika’da Yenecekler
Bildiğiniz üzere Belçika pralin çikolatasıyla oldukça meşhur bir ülke. Her yerde çikolata dükkanı görmek mümkün. Gitmişken Kraliyet ailesinin onurlandırdığı bir çikolatacısına gideyim derseniz adres: Mary! Manneken Pis’e epey yakın olan şubesinin adresi Lombardstraat 28B.
Her yerde Waffle dükkanları var, iki çeşide ayrılan bu waffleların Brüksel versiyonu dikdörtgen şeklinde, Liège versiyonu ise daha oval. Fiyatları dümdüz €1-1.5, üzerine sos geldince €2-3, meyve gelince de €5’e kadar çıkıyor.
Gelelim Midye‘ye :) Midye mevsimi sonu -ber ile biten aylarmış: septemBER, octoBER, novemBER, decemBER. Yani Eylül’e girmemizle mevsim açıldı. Çok bilinen Chez Leon’s aksine ben biraz lokal bir araştırma yapıp Le Zinneke‘ye gittim. Buraya yürüyerek gittim ama çok pişman oldum, siz siz olun otobüs ya da tramvaya binin!
Mekanda midyeler porsiyon olarak 1 nokta 1 kg olarak veriliyor. Yanında patates kızartması ve ev yapımı mayonez & midye sosu geliyor. Ben Jeanne d’Arc’ı seçtim: Beyaz Şarap, Krema, Hardal ve Sarımsak.
Bir de “Carbonnade” dan bahsettiler. Flaman Karbonadı olarak geçen bu yemek Belçika’ya özgü siyah birada pişmiş et yemeğiymiş. Gelmişken onu da Fin de Siècle ‘de denedim. Püre ile servis edilen yemek parça et severler için biçilmiş kaftan.
Gelmişken güzel bir yerde kahvaltı yapayım derseniz de, çılbır yumurta ustası Peck 47′yi tavsiye ederim.
Bir de deniz ürünleriyle ünlü bir mekan var Noordzee, buraya geldiğimde çok aç değildim ama bir balık çorbanızı içerim dedim. €5 olan çorba epey etli olduğundan karnınızı da kısmen doyuruyor, yanında sarımsak sosu üzerine rendelenmiş peynirli ekmekle servis ediliyor
Belçika’da İçilecekler :)
Belçika bir bina cenneti. Benim gibi aromatik tatları sevenler için de bir cennet! Vişneli ( Kriek ), Şeftalili ( Pêcheresse), Ahududulu ( Framboise), Siyah Üzümlü ( Cassis) ve Elmalı (Pomme)