2017 sonunda başlayıp 2018 başı bitirdiğim bu kitap “en sevdiklerim” arasına girdi bile… Animal triste, üzgün hayvan mı demekti acaba diye düşündüm, şair burda neye sesleniyor diye düşündüm ve kitaba başladım.
“Triste est omne animal post coitum, præter mulierem gallumque”
Böyle yazıyordu arka kapağında da: Her hayvan cinsel birleşme sonrası hüzünlüdür: kadınlar ve horozlar hariç. Burada yazarın batı ve doğu Almanya’nın birleşmesine de gönderme yaptığını dinledim bir yerde. Dinledim çünkü kitap ile ilgili çok güzel bir söyleşi var.
Alman Edebiyatından bir eser bu, o yüzden hiç vakit kaybetmeden Almancasını da alacağım. Doğu Berlinli yazarımız Monika Maron. Yine Berlin’de geçen tutkulu bir aşk yaşadığı Franz’dan bahsederken arka planda da birçok konuya değiniyor. Duvarın yıkılıp doğu ve batının birleşmesi mesela buna bir örnek. Doğulu kadın kahraman Rus etkisinde bir çocukluk geçirirken, paralelinde Batılı sevgilisi Amerikan etkisinde/himayesinde çocukluğunu sürdürüyor, öğrendikleri “çocuk şarkıları” bile farklı. Sevgilisi kilisede ilahiler öğrenmişken kendisi ise İsa’nın yerini almış Stalin öven şarkılarla büyüyor. Bu kültür farklılığı kitaba da epeyce siniyor. Bir yanda doğuda daha kısıtlı bir hayat sürmüş olan kadın kahraman, diğer yanda batıda, dışarıda ve özgür sevgilisi…
Hadrian Duvarı vs. Berlin Duvarı
Romalıların “barbarları” engellemek için yapmış oldukları Hadrian Duvarı’na yapılan bir turistik gezi geçiyor kitapta, iki duvar arasında çağrışım yapan kadın kahraman “Ben de barbar mıyım?” diye sorup duruyor sevgilisine. Bunun sebebi ise sevgilisinin karısıyla İskoçya’ya özellikle de Hadrian Duvarı’nı ziyarete gitmesi.
Bu sefer daha farklı bir yönü çıkıyor ortaya kadın kahramanın, “stalker”lık… Sevgilisinin gittiği şehirdeki tüm otelleri arayarak adamın nerede kaldığını tespit ediyor. Ulaşıyor gibi olduğunda ise, tatmin olup telefonu kapatıyor. Bu duyguyu o kadar iyi tarif etmiş ki:
Evimin kuzeybatısını arıyorum. Bir Müslümanın namaz kılmak için Mekke’ye yönelmesi gibi, alnımı İskoçya’ya vermiş, yatakta diz çöküyorum… s:101
Farklılıkları bazı tutkularında da ayrışıyor, kadının ölümlü ve devasa dinozor “Brachiosaurus” a olan minneti, saygısı ve tutkusu bir yandan da zar kanatlıları çalışan, karıncaları tutku haline getirmiş sevgilisi.
159 sayfalık kitabı Mustafa Tüzel Türkçe’ye kazandırmış. Dediğim gibi merakımı çeldiğinden Almanca da okuyacağım. Kısa ama yoğun olan kitaplardan bu, bir de kapağı çok güzel, ne kadar “Never judge a book by its cover” olsa da :)
Etkilendiklerim
Tıpkı bir tapınaktaymış gibi duruyordu, erkek cinsiyetini yakıştırdığım bu iskelet, sütunlarla süslü salonun ortasında, cam kubbelerinin altında, hantal ve yüce, gülünesi küçüklükteki kafasıyla tanrısal bir iddia gibi, aşağıya doğru bana, rahibesine sırıtıyordu. Her sabah, sesiz bir duayla onunla ibadet etmeye başlıyordum. s:11
İnsanlara unutmanın yasaklanması gibi, çok büyük bir bedensel acı karşısında bayılmak da yasaklanabilirdi, oysa ölümcül bir şok ya da ömür boyu sürecek bir travma ancak bayılmakla önlenebilir. Unutmak ruhun bayılmasıdır. Hatırlamanın, unutmamakla bir ilgisi yoktur. s:12
İkisi de aleni aşk ilişkilerinde daha ziyade ihtiyatlı ve utangaç davransalar da ,birbilerine geçici olarak sürtünmek ya da bir saniyeliğine tesadüfmüş gibi yaslanmak için her fırsattan yararlanırlardı, sanki öbürünün gerçekliğine hep yeniden ikna olmaları gerekiyormuş, sanki o muazzam, daha fazlası beklenmeyen mutluluklarına inanmıyorlarmış gibi. s:30Yüzlerinde birbirlerine ait olmanın muzafferane eminliği. s:38
Savaş erkeklerin kökünü kazıyarak onları çok kıymetli kılmıştır. s:47
Hatıralar da bir incinin içindeki yabancı cisimler gibidir, önceleri sadece istiridyenin etine girmiş bir yabancı cisim, sonra istiridye onu epitelyum dokusuyla kapatır ve sedef tabakalarını üst üste geliştirir, sonunda kaygan yüzeyli, parlak, yuvarlak bir oluşum çıkar ortaya; aslında insanların değerli kıldıkları bir hastalıktır. s:70
Franz’la geçirdiğim zaman benim için bir zamansız bir zaman olarak kaldı; hiçbir sayma sistemiyle düzenlenmemiş o zamandan beri bir kürenin havadar iç yüzeyindeymiş gibi içinde bulunduğum bir zaman. s:84
…bana yer olmadıığı görünen sıkıcı bir kaos, Franz olmadan anlamsızlaşmış, sanki tüm hayatımı Franz olmadan geçirmemişim gibi… s:84
Franz benden daha fazla ait olduğu bir kadınla birlikte ulaşılmazlığa uçmuştu; ölmek, diye düşünüyordum, ölmek. Beni bekleye acıya karşı yalnızca ölümün bir şey yapabileceği kavrayışı, beni dizginsizce gözyaşlarına boğmuştu… s:84-85
Yine de, hapishane duvarlarıyla çevriliyken, özgürlükten başka bir şey istemeyen bir mahkuma, bir kez özgürlüğüne kavuştuğunda bu mutluluğun ön koşulundan baka bir şey olarak görmediği suçlamasını kim yöneltebilir? s:87-88
“Seni kazanmak ya da bu dünyadan göçmek”… Bunu öğrendiğimde yirmi ya da yirmi iki yaşımda olmalıydım. Bu cümleyi bir erkeğe hiçbir zaman söylemedim. Daha sonra da unuttum. s:88
Evimin kuzeybatısını arıyorum. Bir Müslümanın namaz kılmak için Mekke’ye yönelmesi gibi, alnımı İskoçya’ya vermiş, yatakta diz çöküyorum… s:101
Sadece kocasının şu Renate ortaya çıktığından beri, kendisine, Sieglinde’ye neredeyse unuttuğu bir cinsel tutkuyla yaklaşmasnı şaşırtıcı buluyormuş, s:107