Trenle giriyoruz bu şehre… Biz Türkler için alışıldığın dışında biraz, ülkemiz biraz uzakta kaldığından uçarız genelde yad ellere… Girer girmez her yerde şehrin sembolü olan XXX ‘i görüyorsunuz; ilk başta anlamıyorum; muziplik diye düşünüyorum ta ki bir kilisenin çatısında görene kadar. Yok artık? Sonra öğreniyorum ki bunlar üç adet haçmış ve St. Andrew haçları olarak geçiyorlar. İskoçya bayrağında’da bir adet bulunmakta. Bu üç haç şehri yangın, sel ve vebadan koruyormuş. Tabii ki, şehrin nesiyle ünlü olduğu malum. Tüm piyasa bu sembolü bir tevriye olarak kullanıyor. Ve kendimi orada buluyorum, kırmızı ışıkların altında.
Kaç kadının isteyerek orada çalıştığını merak ettiğim mekanda. Önceden kadınların fuhuşu “son çare” olarak gördüğünü ve zoraki yaptıklarını düşünürdüm ta ki erkeklere jigololuk yapanlarla ilgili bir röportaj okuyana kadar. Röportajda isteyerek bu işi yaptığını anlatan farklı kişilerle konuşulmuştu…Tezatlığın alasını hissettiğim bir manzara daha çıkıyor karşıma, daracık sokaklarda Otros Aires’in dediği gibi vendiendo el cuerpo comprando almas / vücutlarını satarak ruhlar kazanan kadınların çalıştıkları soyunma kabini boyutlarındaki “dükkanların” önünden bembeyaz kuğuların geçmesi.. Bu ne zerafet?
Ve insanlar günlük yaşamlarına devam ediyorlar yan binada, üst katta. Öyle bir günlük hayatın parçası ki bu? Bir gözünüzü kırmızı ışık alırken bir bakıyorsunuz yanda bir aile yemek yiyor. Amsterdam çok şeffaf bir şehir. Koskocaman pencereleri olan ama perdeleri olmayan… İnsanlar teşhiri seviyor mu? Tüm şehir anlaşıp “perdeleri kapatmayalım her geçen salonu, oturma odasını görsün” kararı mı almış? Gözlemleyen için keyifli ama perdelerle mahremini hep koruyan bir ülkeden gelen ben için ürkütücü.
Müzeler?
Amsterdam’da her an “high season” sanırım. Mart’ın başında gidiyoruz, tüm müzelerde onlarca metrelik kuyruklar. Anne Frank’in evi, Van Gogh, Rijk, Madame Tussauds hepsi! Önceden rezervasyonun faydası var diye düşünüyorum.
Kanallar?
Amsterdam’ın her yeri kanal. Sağı solu paraleli dikeyi. Çok iyi bir harita takipçisi bile olsanız; tüm binaların mimarisi birbirine benzediğinden yönünüzü şaşırabilirsiniz. Bazı mağazaların ve restoranların aynı sokak üzerinde art arda 2-3 şubesi olabiliyor, daha demin de geçmedim mi burdan, a yine bir kanal! Önüm arkam sağım solum kanal!
Bisikletler?
Evet efendim, şehir ne yaya ne de araba için tasarlanmış. Her şey, tüm öncelik bisiklet sürücülerinin. Yani benim gibi dalgın dalgın telefona bakarak kaldırımdan yürüdüğünüzü sanarak giderseniz, bir dört yol ağzında ya da iki yol kesişiminde bir anda bir bisikletle karşı karşıya gelebilirsiniz. Çok adacık olduğundan çok fazla da kesişim var ve bisikletler vızır!
Hafif uyuşturucular?
Amsterdam’da halka açık yerlerde de marijuana kullanımı yasalmış. Bu detayı sonradan öğrendim çünkü sokaklarda tüttüren çokça değildi. Barselona’da yaşamış biri olarak, Barselona’da parkta, sokakta, plajda hatta okulda insanlar her yerde takılıyorlardı; Amsterdam’da coffee shoplarla sınırlanmış gibiydi daha çok. Coffee shoplarda envai çeşit kahvenin de epey ucuz olması gülümsetiyor. Bir de buralarda sigara içmek yasak!