Yıllar sonra Avrupa’nın hiç gitmediğim bir bölgesine, kuzeyine gitme şansım oldu. Toplamda 11 gün Oslo & Kopenhag turu yaptık. Turumuza Oslo’dan başladık, minicruise ile 19 saatte Kopenhag’a geçtik. Özellikle de bebekle seyahati merak edenler için yorumlarım da olacak :)
Hep duyardım ya Norveçte bir kahve 10 euroymuş bir bira 10 euroymuş diye, evet gerçeklik payı var, ama inanın Kopenhag daha pahalı geldi! Ben Norveç’i en pahalısı sanırdım…. Norveç kronu son yıllarda Euro karşısında değer kaybetmiş eskiden 1 EUR = 10 NOK iken şu an nerdeyse 12 NOK.
Biz epey merkezi ve fiyatı da uygun olan K7 Hotel Oslo’da kaldık. Burada hem yatakhaneler var hem de özel odalar var. Epey merkezi, çocuklu ailelere de öneririm. İçeride asansör var, biz hatta arabamızı koridorda bıraktık, odalar çok geniş değildi. En güzeli ise ortak mutfak ve çamaşır yıkama seçeneği olmasıydı. Mutfak olunca, bebek için yemek hazırlama gibi durumalar kolaylaştı mesela birkaç gün brokoli haşladım, her gün yemek ısıtmak için sıcak suya ihtiyacım vardı. Odalarda kettle olmayınca mutfakta işimi halledebildim. Tek eksisi 16:00’da başlıyor check-in.
Oslo’ya Nisan’ın son haftası gittik, hava İskandinavya’da genel olarak iyi değildi ama Oslo’da henüz ağaçlar yeşillenmemiş. O derece kuzeyde :)
Akershus Kalesi
“İlk gittiğimiz yer Akershus Fortress oldu. Burası şehrin hisarı. Etrafını gezmek ücretsiz. İçerisinde müze var ama sadece haftasonları açıktı. Buranın etrafında “İlk gittiğimiz yer Akershus Fortress oldu. Burası şehrin hisarı. İçerisinde müze var ama sadece haftasonları açıktı. Buranın etrafında “Silahlı Kuvvetler Müzesi” var, biz bir törene denk geldik, epey renkliydi. Hisardan kuşbakışı Oslo Fyordunu görebiliyorsunuz.
Opera Binası
Daha sonrasında ünlü Opera binasına yürüdük. Burası bir buzul şeklinde tasarlanmış. Binanın çatısında gezebiliyorsunuz ve tepeden kuş bakışı şehre bakabiliyorsunuz. Bir sürü martı da size eşlik ediyor.
Ertesi gün Oslo Card satın alıp, ufak bir botla şehir merkezinin karşısındaki yarım adaya ulaştık. Bu yarım adada birçok müze bulunuyor. En ünlüleri The Fram, Kon-Tiki, Maritim, Norsk Folkemuseum ve Viking Ship Museum. Biz ordayken Viking Ship Müzesi restore ediliyordu o yüzden kapalıydı. Ayrıca müzeler Mayıs sonuna kadar sadece 17:00’ye kadar açık. Bundan dolayı, Kon-Tiki’yi maalesef ziyaret edemedik, kartımız da olmasına rağmen.
Norveç Halk Müzesi
İlk olarak Norsk Folkemuseum’a gittik, burası büyük bir alan, müze olarak da hem kapalı mekan hem de açık mekan olarak yayılmış şekilde diyebilirim.
1800lü yıllarda Norveç’in soylu aileleleri ya da ticaretle zenginleşmiş aileleri nerede nasıl yaşıyordu bunun gösterildiği odalarda geziyorsunuz. Koleksiyonda ilginç olarak Sami halkının yaşayını anlatan bir bölüm vardı. Ayrıca Norveç kültürünün her yönünü gösteren bir koleksiyon diyebilirim, çünkü Norveç kazaklarına ait yine özel bir alan vardı. Bu kazaklar €200-€300 civarı maalesef. Benim için bu müze kompleksinin en ilginç kısmı kilise oldu. Türkçesi “Çatma Ahşap Kilise” olarak geçiyor. Şansımıza rehberli bir tur vardı, bir rehber içeriyi özel olarak açtı, biz de görebildik. Geçmişi 1200lü yıllara dayanan ve Gol’de bulunan kilise, 1880’de yer değiştiriyor. Kral 2. Oscar ise, 1884’te kilisenin Bygdøy’da tekrar konumlanmasını finanse ediyor.
Fram Müzesi
Daha sonrasında The Fram müzesine gittik. Burası 19. yy’da yapılan kutup keşif gemisinin sergilendiği bir müze. Bu keşif gezileri nasıl yapılıyordu, kimler katılıyordu, nasıl yaşıyorlardı hepsini görebiliyorsunuz. Ayrıca birçok ışık ve ses gösterisi olduğundan epey gerçekçi bir his yaratıyor.
Denizcilik Müzesi
Daha sonrasında Maritim / Denizcilik müzesine gittik fakat Kon-Tiki’ye yetişemedik bahsettiğim gibi. Maritim müzesinin tam denize nazır süper koltukları var.
Ulusal Müze
Baktık ki ulusal müze daha geç kapanıyor oraya gittik. Nasjonalmuseet epey güzel, The Scream’in ilk versiyonu burada. Oslo Card kullandığınızda geçerli olan müzelere tekrar giriş yapmanız mümkün, ondan müzeyi iki günde gezdik. Ertesi gün sabahtan da turumuzu tamamladık.
– Oda Krohg, 1886
– Christian Krohg, 1889
Astrup Fearnley Müzesi
Burayı gezdikten sonra Contemporary Art Müzesi Astrup Fearnley‘e gittik. Özel bir ilginiz yoksa bence “nice-to-have” ama Oslo Card almışken bir girip görelim dedik. İçeride Jeff Koons’un Michael Jackson ve Bubbles eseri var; ben bunu daha önce Los Angeles’da The Broad müzesinde görmüştüm. İki binaya yayılmış bir şekilde fjordun ucunda yer alan bir müze. Tasarımını Istanbul Modern’in de tasarımını yapmış mimar Renzo Piano yapmış
Pushwagner Galerisi
Bu müzeye epey yakın bir galeri keşfettik. Norveçli pop-art sanatçısı Hariton Pushwagner‘in eserlerini bulabiliyorsunuz Galeriyi gezmek ücretsiz.
Oslo’ya gelmişken bir somon yiyelim istedik. Bu müzeye çok yakın hem de denize yakın The Salmon isimli bir restoran var. İçerisi aynı zamanda somon üzerine ufak bir müze gibi. Aynı zamanda sushi ve istiridye servisi de yapıyorlar. Fiyatlar €25 civarı gibiydi. Porsiyon çok büyük diyemem ama bana makul geldi.
Nobel Barış Merkezi
Buradan çıkışta Nobel Barış Merkezi‘ne gittik, burası da Oslo Card’a dahildi yoksa yine “nice-to-have” bir yer benim için. Nobel Barış ödülü almış herkesi inceleme fırsatınız oluyor ve ödülün bir örneğini yakından görüyorsunuz. Madalyonu Gustav Vigeland 1901 yılında tasarlamış ve 18 karat altındanmış.
Munch Müzesi
Sonunda Oslo merkezin operadan sonra gözbebeği gibi parlayan ünlü Munch müzesine gelelim. Edvard Munch kendisine ait olan tüm eserlerini Oslo Belediye’sine bağışlayınca, belediye de altında kalmamış ve ona özel yeni bir müze açmış. 2009 yılında mimar Juan Herreros’un Lambda aslı tasarımı jürinin onyaını almış. 6 metrelik bina 13 katlı fakat her katında sergi yok. 4.kattaki INFINITE aslı kısımda, ressamın en ünlü eserlerini bulabilirsiniz. The Scream ve Madonna gibi… İşin ilginci Çığlık’ın üç farklı versiyonu bulunuyor ve her yarım saatte bir, bir perde iniyor, diğer perde açılıyor. Hepsini görmek için zamanlayıcı ile tekrar 4. kata inmek gerekebilir. Ben iki tanesini görebildim.
Ertesi gün “Silahlı Kuvvetler” müzesine giderken askeri bir gösteriye daha doğrusu bandonun provasına denk geldik. Kuleliye benzer binanın önünden geçerek töreni sonlandırdılar.
Vigeland Parkı
Bu park görülmesi gereken yerlerden biri, epey de puanı yüksek. Gerçekten de ilginç heykeller var, güzel kafeler var. Bir kafeye bebek arabasıyla içeri almadılar bebek uyuyordu o yüzden epey şaşırdık. Kafelerin tuvaleti yok, parkın tuvaleti ise €2 ücretli, şaşırmadım değil. Heykeller Gustav Vigeland tarafından yapılmış. En çok dikkatimi çeken ise dört bebekten illallah demiş bir baba figürü oldu. Bir de huysuz oğlan bebek Sinnataggen (Angry Boy)! Daha sonra heykel yığınları (Monolith) içinde ise, anaların çektiği çile konsepti vardı, epey ilginçti.
Tim Wendelboe Cafe
Parktan çıkışıyla ünlü bir baristanın kafesine gittik. İçeride sadece kahve var, tatlı bile yoktu gördüğüm kadarıyla. Uzun süredir içtiğimiz en güzel kahveydi. (Sözüm kendimden dışarı :P) Tadım menüsü gibi bir şey yapmışlar ama iki kişilikti. Norveç’te ilgimi çeken şey çok fazla “Cortado” içilmesiydi. Cortado’yu hep Barcelona’da içerdik. Buraya nasıl gelmiş anlamadım. Almanya’da Espresso Macchiato içiyorlar ama ikisi farklıymış meğer. Cortado’da süt ve kahve oranı eşitmiş meğer…
Matthalen Oslo
Gezide yediğim en güzel yemeği burda yedim ve inanır mısınız bu bir balık çorbasıydı. Burası Tim Wendelboe’ye epey yakın. İkisini birleştirebilirsiniz. Bir nevi yemek hali ya da pazarı diyebileceğim mekanda farklı farklı restoranlar var ben odağım deniz ürünleri olduğundan Vulkanfisk’e oturduk. Gördüğünz balık çorbası 290 NOK, €25 civarına geliyor, içinde epey bir balık var o yüzden oldukça doyurucu. Aynı zamanda çok güzel bir ekmek ve tartar sosuyla ikram ediyorlar. Sosun da tadı ayrı güzeldi. Hiç böyle somon yumurtalı ya da havyarlı mı demeliyim çorba içmemiştim, tek olarak çok bayılmasam da çorbanın içine kattığı çeşniyi epey beğendim.
Ertesi gün yine opera binası civarında bir tura çıktık sonrasında ise barkod mahallesine gittik. Bu gördüğünüz köprünün adı Akrobat Köprüsü, tren istasyonunun üzerinden geçiyor.
Burada, Barkod Mahallesinde Apent Bakeri diye bir fırına oturduk. Oslo’nun ünlü bir cafe/fırın zinciriymiş. Hoşuma giden bir ayrıntı, esktradan ekmek de aldım, dilimleme makinesi yoktu ama her şey self-service, oraya koymuşlar ekmek tahtasını ekmek bıçağını, tereyağ reçel. Kendine kahvaltı hazırla istiyorsan. Oslo’da genel anlamda dikkatimizi çeken durum kafe, süpermarket, belediye, kargocu vs çalışanlarının hepsinin lokal olmasıydı. Almanya’da bu işler daha çok göçmenlere kalmış durumda.
Oslo’daki son günümüzde DFDS’in gemisiyle bir mini-cruise yaparak Kopenhag’a geçiyoruz. Bir transatlantik gibi görkemli bir gemi. Otel odası kalitesinde odaları var ve çocuklar için de birçok aktivite var. 19 saat sürüyor, bir gece gemide konaklamış oluyorsunuz. Deniz manzarasıyla gitmek için güzel bir seçenek.
Minibarımızda da iki ufak şişe köpüklü şarap bulduk meğer hediyeymiş. Fjorda nazır köpüklü şarap keyfi de yapmadık demem.