Bir solukta okuduğum Tante Rosa’nın ardından bir başka Sevgi Soysal eseri olan Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni de bitirdim. Mekan Ankara, pek de iyi bildiğim bir şehir değil. Sanırım en son 2011 yılında gitmiştim. On sene olmuş, vay be!
Bir tezgahtarla açılış yapan roman, birbiri ardına açılan kapılar gibi karakterden karaktere atlıyor. Atlanılan her karakter bir öncekiyle bir şekilde bağlı. Sonra o karakterin dünyasına giriyorsunuz, düşünce yapısını görüp dünya görüşlerini ve değer yargılarını anlıyorsunuz. Böyle hoplaya hoplaya giderken üç genç arasında bir duralama oluyor ve o bölümler uzuyor. Bir anda bu üç genç arasındaki ilişkiye odaklanıyor gözlemler sonra yineden hoplamaya devam. Tam bir yere de bağlanmadan sonlanıyor bence. Yani açtığı ortaların hepsine şut çekmemiş yazar. İçinde geçen bir ilişki betimlemesi beni epey etkiledi. Aşağıda alıntıladım. Rastlaşan insanlar, kesişen dünyalar. Toplumun her kesiminden bir tiplemeye yer vermiş yazar. Onların açısından da görüyorsunuz dünyayı…
Etkilendiklerim
…ev ihtiyaçlarını hayatın merkezi sanan dar görüşlü ev kadınlarını, ev eşyalarında hiç bıkmadan yenilik ve değişiklik yaparak hayatlarını renklendirdiklerini sanan ve belki de hayatlarında sadece bu alanda ilerleyen aileleri… s:14
Müşteriler, boynuzlanmaya mahkum kocaların anlaşılmaz ahmaklığıyla, namuslarını karılarının elbiselerindeki iki paralık açıklığa karşı koymakla koruyacaklarını sananların mantığıyla evirip çevirirlerdi malı. s:15
Güzel ilik gibi bir kız, tıfıl bir oğlanla sarmaş dolaş. Bu kız bakire midir? Bu tıfıl oğlanın bozduğu kız, bakireliğini yitirmiş sayılmaz canım… s:21
Nişan almayı bilen doğru hedefi bulur. İlk insanlardan beri böyle bu. O zaman insanlar avlanarak yaşıyorlardı. Kim hedefi iyi seçip iyi nişan alıyorsa ve kurbanına öldürücü darbeyi sektirmeden vurabiliyorsa, en iyi onun karnı doyuyordu. s:81
Vekil beybabanın balerin kızı olamaz. “Peki kimlerden olur” diyordu Olcay. “Ne bileyim işte başka ailelerin, çocuklarını doğru dürüst okutamayan ailelerin, ya da boşanmış, çocuklarına ilgi göstermeyen lerin çocukları ya da yetenekli halk çocukları, başka yükselme olanağı olmayan yani... Elbet güzel şey sanat, ama söyledim işte, öyle rabıtalı ailelere göre değil”. s:147
“Ne demek aşık olmak? Birlikteyiz ya” derlerdi. Giselle böylesi düşünceleri dile getirmekte Doğan’dan daha ustaydı. Şöyle derdi o: “Birbirimize rastladık, otomobil kazası gibi bir olay bu, insana otomobil çarptı mı, yoluna devam edemez. Şimdi iyileşene kadar birlikte olmak zorundayız. Sonra yolumuza devam edeceğiz”. s:154
Elini tuttu. Hep el ele tutuşurlarmış gibi yadırgamadılar bunu. Öyle, iki vücutta ayrı ayrı dolaşan kan, ansızın iki vücutta birden dolaşmaya, daha büyük, daha güzel, daha canlandırıcı bir gezi yapmaya başladı. Ellerinden birbirlerine aktardıkları özsuyunun verdiği sevinçle yürüdüler s:183
Esmer, ama ince derisinin altından mavi damarları görünüyordu. Ali bu damarlarını yavaş yavaş tanıdı. Ortak kan dolaşımını tanımak, sabırlı bir tanışmaktı çünkü.... s:184
Divanda çıplak oturmuşlar, sırt sırta dayanmışlardı. Serindi sırtları. “Siyam ikizler gibiyiz” “Yüzümü görmemekten rahatsız olmuyor musun?” “Sana dayanamıyorum. Kanının akışını, yüreğini atışını paylaşıyorum. Seni yaşıyorum yani, görmek önemini yitiriyor.” s: 184
Giderek birbirinden kopan yabancılaşan iki parçaya bölünmekten korkmak, parçaları umutsuzca boşa bir çabayla yamamaya çalışmak. Böylesi bir kandırmaca için belki, kabul ettirmek gereğini duymuştu Ali’yi. Parçalanan kişiliğini, gereksiz kum torbalarını atarak daha ileriye götüremediği, yeniden bütünleyemediği için. Ali ile Ali’nin düzenini yaşamak. Birkaç saat için. Sonra, ayrıldıktan sonra, eve dönmek, sıcak köpüklü banyo yapmak, anasıyla babasıyla operaya gitmek, bazen pantolon giymek. Sonra operaya giderken saçlarını yaptırmak. Anasıyla birlikte terziye gitmek. Bir öyle, bir böyle, berbere gidip pedikür yaptırmak ansızın, öyle kafasına yerleştirilmiş olduğu için, sonra yine, bütün bunlara boş vererek, saçlarını arkadan bağlayıvermek. Çat burda, çat kapı arkasında, bir süpürge yaşamı sürdürmek. s:199
Ama Ali, pastane kopillerinden biriyle konuşuyordu heyecanlı heyecanlı. Necmi, ortalıkta dolaşan iyice giyimli çocuklarının hepsine “pastane kopili” der ve bütün bu oğlanların aylak gezip kızlarla pastanelerde baba parası yediklerine inanırdı. Bu pastane işine de yatmazdı aklı. Ulan pastaneye gidecek kadar oynak karı bulduktan sonra pastanede işin ne, koca şehirde dört duvar arası mı yok? s:229