Ruhlar Evi

Ruhlar Evi

  • March 18, 2021
  • |
  • Genel
  • |

Isabel Allende’nin “Eva Luna” ve “AÅŸktan ve Gölgeden” kitaplarını üniversitedeyken, Latin Amerika Edebiyatı’na iyice sarmışken okumuÅŸtum. Ama en ünlü kitabı olan “Ruhlar Evi”ni nedense es geçmiÅŸim. Sankt Georg Kitap Klübü’nün Mart ayı seçimi bu kitap oldu. Kitap epey sürükleyici olduÄŸundan kısa sürede okunuyor.

Genel anlamda Åžili’nin tarihi geçmiÅŸini de arka planda yansıttığından çok hoÅŸuma gitti. Gerek depremler olsun ki Büyük Åžili Depremi’nden epey dem vuruyor (9.5 ÅŸiddetinde olduÄŸunu belirteyim); gerekse askeri darbe olsun. Sol-saÄŸ yorumlamalarını çok net görüyorsunuz.

İçerdiÄŸi parapsikolojik kavramlarla “büyülü gerçekçiliÄŸe” göz kırpıyor diyebilirim ama yine de bir Marquez tadı vermiyor bu anlamda. Ya da belki de ben Marquez’lerimi çok genç yaÅŸta okudum çok etkilendim, o da olabilir. Bu romanda da “Yüzyıllık Yalnızlık” gibi bir sülalenin üç jenerasyona yayılan hikayesi anlatılıyor. İlk açılışta aslında hikayenin Clara üzerinden döneceÄŸinin sinyalini alıyorsunuz; kilisedeki yaptığı çıkışta… Ve üç jenerasyon kadınların isimlerinin hepsinin de temizlik ve saflığı temsil etmesi de ayrıca hoÅŸuma gitti: Clara, Blanca ve Alba…

Muhafazakar saÄŸ partinin önde gelen lideri olan bir baba figürünün solcu sevgilisi olan kızı bana bizdeki “Hatırla Sevgili” dizisini anımsattı. Orada da saÄŸ parti milletvekili babanın kızı, sol partiyi destekleyen savcı babanın oÄŸluna vurulmuÅŸtu. Bu ters kutuplar birbirini çeker midir bilmiyorum ama kitap boyunca erkekler, siyasi görüşlerine bu kadar tutkuyla baÄŸlı gösterilirken; kadınların konuyla hiçbir alakasının olmaması ilginç geldi. Gösterdikleri minimum ilgi bile sadece partnerlerinin o ideolojiye baÄŸlılığından ötürü. Kadınlara çok pasif bir rol verilmiÅŸ. Belki de zamanın ruhu öyleydi tabi… Yine de bu kadar ekstremde yaÅŸayıp da hiçbir ÅŸey olmuyormuÅŸ taklidi yapmak tuhaf geliyor. Ekstrem saÄŸcı baba ve ekstrem solcu sevgili arasında. Ya da ekstrem saÄŸcı babanın sosyalist oÄŸlu vb.

Genel anlamda olay örgüsü biraz dramatik ve abartılmış geldi. Yani yazar hikayede geçen karakterleri bin takla attırarak birbirine bağlamış; bu kadar da olmaz diyeceğiniz tesadüfler yaratılmış. O anlamda biraz klişe dizi senaryosu gibi ilerliyor diyebilirim.


Spoiler-


Özellikle de kitabın ana kahramanı Estaban Trueba’nın, bir nevi tecavüz ederek peydahladığı gayr-i meÅŸru çocuklarından birinin oÄŸlunun yani aslında torununun günün birinde kendisinin öz saydığı “asıl” torununa tecavüz etmesi gibi…Böylece kendi babaannesinin tecavüz öcünü alıyor bir nevi?- Bu zoraki durum beni aşırı rahatsız etti; bir yandan “ilahi adalet” mesajı vermek istiyor herhalde yazar diye düşündüm ama bir yandan da biraz ucuz bir yöntem gibi geldi.
Ya da Estaban’ın ikizlerinin tek tek aşık olduÄŸu Amanda’nın erkek kardeÅŸinin yıllar sonra Estaban’ın torunu Alba’nın sevgilisi oluvermesi?

-Spoiler-


Onun dışında dünyanın öte yanından politik bakış açılarını, kadına verilen deÄŸeri vs. görmek oldukça enteresandı. “Elinin hamuruyla erkek iÅŸine karışmak” tabirini sanki o dönemin Åžili’sinin Estaban Trueba’sı bulmuÅŸ diyebiliriz. O bile sonlara doÄŸru, kız torunu beklediÄŸi kadar “güzel” olmayınca, iyi kısmet bulamayacak bari erkek mesleÄŸi öğrensin de hayatını o ÅŸekilde kazansın tarzında bir düşünceye kapılıyor…
Birçok yerin altını çizdim, çünkü beni hayretlere düşüren dialoglar ya da anlatımlar vardı. Özellikle vurgulamak istediklerimi aşağıda göreceksiniz.

Etkilendiklerim

Bu hafta bo­yunca kağıt oynanmaz, şehvete ve kişinin kendini dağıtmasına yol açabilecek türden müzik çalınmazdı. Gerçi şeytanın çatallı kuyruğu nedense Katolik tenlerini tüm ısrarıyla dürterdi ama onlar gene de ellerinden geldiğince üzgün durmaya ve tensel zevklerden kaçınmaya dikkat ederlerdi. s:8

…Ferula için bu yeterli deÄŸildi. Onu kahreden ÅŸey, kendisi ihti­yarlık ve ilaç kokan ÅŸu dört duvar arasında hapisken, geceleri
hasta annesinin iniltileriyle uyanık yatarken, ilaçları zamanında verebilmek için gözü hep saatte, bıkkın, yorgun, mutsuzken er­
kek kardeÅŸinin böyle zorunlukların ne olduÄŸunu bilmemesiydi. Esteban’ın önünde parlak, özgür, umut dolu bir yazgı uzanıyor­
du. Evlenebilir, çocuk yapar, aşkı tadardı. s:51

Toprak romantik bir kavramdır. İnsanı zengin eden şey alım satımdan anlamasıdır. s:51

Onlara her şeyi kendim öğretmek zorunda kaldım, yemek yemesini bile, çünkü onlara kalsa ekmekten başka bir şey yemeyecekler. Ben göz kulak olmasam yumurtalarıyla sütlerini gene domuzlarına yedirirler. Daha götlerini temizlemesini bilmezler, ama oy hakkı İstiyorlarmış! Yaşadıkları yerin adını bile bilmezken siyasete na­sıl akıl erdirebilecekler acaba? Oy hakkı verirsen bunlar Komü­nistleri bile seçebilirler, tıpkı Kuzeydeki madenciler gibi; onlar da grevleriyle ülkeyi uçuruma atmak üzere değiller mi? s:71

Kadın ilk gördüğü erkeÄŸe kuyruk salla­yıp da suçu ona yüklemek gibi bir niyet taşıyorsa vazgeçsin diye Esteban, bir daha karşısına çıkarsa onu kırbaçla kovalayacağını söyleyerek gözdağı veriyordu. Bu yüzden çocuklarının tam sayı­sını hiçbir zaman öğrenemedi. İşin aslı ÅŸu ki umurunda deÄŸildi. Çocuk yapmanın sırası geldiÄŸi zaman kendi sınıfından bir kadın bulup kilisenin de onayını alacağını düşünüyordu, çünkü onun, ‘çocuÄŸum’ diyebilecekleri ancak kendi soyadım taşıyanlar olabi­lirdi. Ötekiler onun gözünde, hiç doÄŸmamıştan farksızdı.

s: 73

Kadın milleti daha ikiyle ikinin dört ettiğini bilmezse nasıl neşter kullanabilir? Onların görevi anne ve ev kadını ol­maktır. Böyle giderse bir de bakacaksın milletvekili, yargıç falan da olmak İsteyecekler, hatta cumhurbaşkanı!

s:73

Genç yaşına ve dünya iÅŸlerinden habersiz olmasına karşın Clara durumun gülünçlüğü­nü kavrar ve defterine bu çeliÅŸkiyi yazardı: kürk mantoları, süet çizmeleriyle annesi ve öbür hanımların mavi önlüklü, elleri kıza­rıp çatlamış, bir avuç boynu bükük işçi kadına ezilmekten, eÅŸit­likten, haktan dem vurmaları … Hanımlar fabrikadan çıkınca Plaza de Armas’daki pastaneye gider, çay içip pasta yerken kampan­yalarının baÅŸarısını konuÅŸurlardı. Çay içip pasta yemek onlara ateÅŸli ideallerini bir an bile unutturmazdı.

s:88-89

Masaj da salık vermişlerdi ya ben masaj­dan hiç hoşlanmamıştım: Para karşılığında ellenmeyi hiç sev­mem. s:121

Bunca zamandır o uysal mavi ipek denizin üstünde yelken aça aça neredeyse unutmuş olduğum bir şiddet ve yırtıcılıkla seviştik.
O yastık ve çarşaf kargaşası içinde, capcanlı arzu düğümüyle kıs­kıvrak bağlanmış, birbirimizin içine ölesiye kenetlenmiş durumda
gene yirmi yaşıma dönmüş gibiydim ve üstüne binince dağılıp git­meyen bu atak, esmer kadını kollarımda tuttuğum için mutluyum. s:126

Åžarabından aldığı yudumlar arasında, “OÄŸlum, Kutsal Kilise saÄŸdadır, ne var ki İsa her zaman solda olagelmiÅŸtir, “ diye konu­şurdu, bilmece gibi. s:161

Dünyanın geri kalan bölümü yeni bir savaÅŸla öylesine haşır neÅŸirdi ki bu uzak köşede doÄŸanın cinnet getirmiÅŸ olduÄŸunun ayırdında bile deÄŸildi, gene de gemiler dolusu ilaç, battaniye, yiyecek, yapı malzemesi geliyordu. Bütün bu gelenler çeÅŸitli bürokrasilerin gizemli labirentlerinde yitip gi­diyordu. Yıllar sonra hala dükkanlarda satılacaklardı ve Ameri­ka’dan gelme sebze konserveleriyle Avrupa’dan gelme toz sütler en seçkin dükkanlarda öteki nadide yiyeceklerle aynı fiyata alıcı bulacaktı. s:168

Clara’yla Blanca damarlarında Afrika ve İspanyol kanı akan, Amerika kı­tasının en uzak derinliklerinde dünyaya gelmiÅŸ olan bu iki çocu­ğun ÅŸimdi İspanyolca’yı Oxford ÅŸivesiyle konuÅŸtuklarını ve dışarı vurabildikleri tek duygunun sol kaÅŸlarını kaldırarak belirttikleri ÅŸaÅŸkınlık olduÄŸunu, dillerini yutarak gördüler. s:173

Kimse­nin buraya gelip de sıkı çalışmaya karşı çıkan konuşmalar yap­masına izin vermeyeceğiz. Sıkı çalışan, hayatla cebelleşen ödülü­nü bulur. Bizler gün doğandan batana dek çalışmışız, paramızı nereye yatıracağımızı iyi bilmişiz, rizikolara girip sorumluluklar yüklenmişiz. Zayıf olanları kendimizle eşit tutmamız beklene­mez. Çünkü işin özetini istersen toprak işleyenin malıdır, burada gerçekten çalışıp toprağı işleyen tek kişi de benim. Ben olmasam burası yıkıntı kalırdı. Çalışmamızın ürünlerini haylazlarla pay­laşmamız gerektiğini İsa Peygamberimiz bile buyurmamış, oysa Pedro Tercero denilen o it benim toprağımda bunu söylemeye cesaret edebiliyor! s:176

İçimde sahici ÅŸehvet uyandı­ran tek kadın Clara’ydı, çünkü birlikte geçirdiÄŸimiz yıllar bo­yunca birbirimizi ezbere öğrenmiÅŸtik, birbirimizin eksiksiz coÄŸrafyası parmaklarımızın ucundaydı. Clara benim en duyaÄŸan yerlerimin neresi olduÄŸunu bilir, benim iÅŸitmek istediklerimi ba­na harfi harfine söyleyebilirdi. ÇoÄŸu erkeklerin karılarından bık­tıkları ve baÅŸka kadınların heyecanını gereksedikleri bir çaÄŸda ben ÅŸuna inanıyordum ki balayımda seviÅŸtiÄŸim gibi yani yorul­mak bilmeksizin seviÅŸmeyi ancak Clara’yla baÅŸarabilirdim. BaÅŸka kadın aramak için hiç istek duymuyordum. s: 186-187

Ortada bir günah varsa bilmemeyi yeğlerim. s:248

Şükür ki kendini daha birkaç saat annesinin karnında tutmayı başardı da horoskopu için en hayırlı olan gün, saat ve yerde, ninesiyle dedesinin evinde dünyaya geldi. s:267-268

Amanda yeni doÄŸan bebe­yi Jaime’nin elinden aldı, usulca annenin sıcacık koynuna bıraktı da bebecik dünyaya gelmiÅŸ olmanın hüznünü böylece biraz avu­tabildi. s:268

Jaime, “İnsanın komÅŸusuna yardım eli uzatması bal gibi varolan bir deÄŸerdir.”
“Hayır. Sosyalizm gibi hayırseverlik de zayıfların güçlüleri sömürmek, dize getirmek için icat ettikleri bir kavramdır.
Jaime, “Ben senin zayıflarla güçlüler kuramına İnanmıyo­rum,” diye karşılık veriyordu.
“DoÄŸanın düzeni bu. Bir cangılda yaşıyoruz.
“Evet, çünkü kuralları yapanlar senin gibi düşünüyorlar! Ama hep böyle gitmeyecek elbet.” s:302

Esteban Trueba (yeni fikir akımlarıyla sarsıla sarsıla) en sonunda, bütün kadınların hepten budala olmadığını kabul etmiÅŸti. Varlıklı bir koca avlayacak ka­dar güzel olmayan Alba’nın bir meslek sahibi olarak hayatını er­kek gibi kazanabileceÄŸini düşünüyordu. Bu konuda Blanca baba­sını destekliyordu, çünkü hayata yetersiz bir eÄŸitimle atılmanın sakıncalarını kendi yaÅŸantısında görmüştü.Ne zaman okula gitmek İstemediÄŸi için aÄŸladığını görse kızı­na, “Senin de benim gibi yoksul olmanı, bir erkeÄŸin eline bakma­nı istemiyorum,” diyordu.

s:306

“Latin Amerika’da Marksizmin, zerre ÅŸansı yoktur. Bilmiyor musun, hayatın büyü­lü yönüne olanak tanımaz Marksizm. Allahsız, pratik, iÅŸlevsel bir doktrindir. Burada tutunmasına olanak yok!” s:311

Sola, “demokrasi düşmanı” adını ilk kendisi takacak kadar akıllıydı. Yıllar sonra bunun diktatörlüğün sloganı olup çıkacağı­nı bilebilir miydi? s:313

Ne var ki zaman değişmişti ve yenilik yap­mak zorunda kalmışlardı, çünkü modern gidişat yüzünden -ser­best aşk, gebeliği önleyen haplar ve başkaca yenilikler- ihtiyarlar ve gemiciler dışında kimsenin orospuya ihtiyacı kalmamıştı ar­tık.
Transito, “Aile kızları erkeklerle parasız yatıyor, yani piya­sadaki rekabeti düşünebilirsiniz,” diyordu

s:423
Written by EGe